Ağlayan bir bebeğe ne yapılmamalı?
Artık bebeklerin beyin gelişimi ve dünyayla ilişki kurma halleri hakkında daha çok bilgiye sahip olmamızı sağlayan pek çok araştırma var. Bu araştırmaların bazıları yüzyıllardır bilinenleri onaylarken, diğer bazıları ise artık güncellenmemiz ve bazı inançlarımızı “hızla” terk etmemiz gerektiğini söylüyor.
Bu noktada hem çok iyi bilinen ama nedense hala üzerinde farklı görüşler ile tartışılabilen bir konudan bahsedeceğim: Bebeklerin ağlaması...
D. W. Winnicott bebeklerin dört tür ağlaması olduğunu söyler. Bunlar; tatmin, acı/ağrı, öfke ve sıkıntı ile ilişkilidir. Yani ağlamak bebeğe ya akciğerlerini çalıştırdığı (tatmin) duygusunu verir, ya sıkıntı (acı/ağrı) sinyalidir, ya kızgınlık (engellenme, öfke) ifadesidir ya da ıstırap (üzüntü) şarkısıdır (Winnicott, 2014). Burada iki önemli bilgi var:
1. Ağlamak her zaman sıkıntı ifadesi değildir, bazen sadece bir ihtiyaçtır.
Bebek belli miktarda ağlamaktan neredeyse keyif alır, çünkü bu onu rahatlatan bir deneyimdir. Belli miktardan daha azı ise bebeğe yetmeyebilir. Dolayısıyla bebeğin ağlama ihtiyacı geçmeden ne uyuması, ne beslenmesi, ne de oyun oynaması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla “uyuyunca geçer” külliyen yalandır, bebek ancak ağlama ihtiyacı geçince uyuyacaktır. Tabii bu ağlamalar için tek bir uygun yer vardır, o da güven duyulan yetişkinin kollarıdır, asla yalnız bir ağlama değildir (nedenini anlatacağım).
2. Ağlamak sadece fizyolojik bir sıkıntı (hasta olma, acıkma, alt kirletme, uyumak isteme vb.) ile ilişkili değildir, psikolojik ihtiyaçlarda aynı oranda etki sahibidir.
Yani ağlayan bebeği yatıştırmak ve neden ağladığını anlamak için fizyolojik ihtiyaçları kadar psikolojik ihtiyaçları da dikkate alınmalıdır. Acaba bebeğiniz korkmuş, kaygılanmış, kızmış, üzülmüş, sıkılmış, sizi özlemiş, kucakta olmak, güvende hissetmek istemiş ve size bunu anlatmaya çalışıyor olabilir mi? Eğer sizin böyle bir ihtiyacınız olsaydı, birinin ağzınıza meme, emzik vermesi ya da size çevredeki kuşları göstermesi ihtiyacınızı giderir miydi? Peki ya bugün stresli anlarında yemek yiyerek ya da sigara içerek kendini rahatlatan yetişkinler, geçmişte her ağladıklarında meme ya da emzikle yatıştırılan bebekler olabilirler mi? Henüz bilmiyoruz ama düşünmeye değer...
Psikolojik ihtiyaçları için duyarlı ve sakin bir ses tonuyla onu kucağınıza alarak, bebeğinize neden ağladığını sorduğunuzda, bir süre sonra bebek diliyle size anlatmaya çalıştığını göreceksiniz.
Sonuç olarak farklı kültürlerde benzer şekilde iki uça giden bazı inançların hızla değişmesi gerektiğini söylemeliyiz:
- Bebek ağladığında kucağa alınmamalıdır, çünkü kucağa alınan bebek ağlamanın işe yaradığını öğrenir (şımarır).
- Bebeğin ağlamasına hiç izin verilmemelidir (bebek hiç ağlamamalıdır).
Bu iki inanç da değişmelidir çünkü bebeğin yeterince ağlamaya ihtiyacı vardır ve bu ağlama ancak güvenilir bir kucakta olduğunda rahatlama getiren bir ağlama olarak deneyimlenebilir.
Ağlamak acı ya da ağrı ile ilişkili olduğunda ise hayati bir işleve sahiptir çünkü bebeğe yardım edebilmemizi sağlar. Ağlayan bir bebek sesi tüm insanlar için son derece uyarıcıdır ve ağlama bir acı/ağrı sinyali olduğunda bebek çok daha güçlü tiz bir ses çıkarır ve sorunun nerede olduğunu anlatmaya çalışır. Örneğin karnı ağrıdığında bacaklarını çeker, kulak ağrısı varsa elini ağrıyan kulağına götürür, parlak ışık onu rahatsız ediyorsa başını çevirir. Bununla birlikte açlık da bebeğe ağrı gibi gelebilmektedir (Winnicott, 2014).
Peki ağlayan bebek neden görmezden gelinmemelidir?
Çünkü artık uzun süreler ağlayan ve ağlaması görmezden gelinen bebeklere neler olduğunu biliyoruz. Yale ve Harvard Üniversitelerinde yapılan araştırmaların sonuçları çarpıcı! Sonuçlar gösteriyor ki; ilk aylardaki uzun süreli ağlama bebekte yoğun strese yol açıyor ve bu stres kortizol hormonunun etkisiyle beyinde depresif yetişkinlerinkine benzer yapısal ve işlevsel değişimlere neden oluyor. Araştırmacılardan Bruce Perry, “bir bebeğin tekrarlayan bir şekilde yalnız başına ağlamasına göz yumulduğunda, bebeğin aşırı aktif bir adrenalin sistem ile büyüdüğünü ve bunun da çocuğun hayatın ilerleyen zamanlarındaki agresyon, şiddet ve dürtüsel davranışlarını artırdığını” söylüyor. Yine Kenyatta Hastanesinden pediatrik nörolog Dr. Andrew Bundi de “beynin bağlanma ve duygusal kontrolden sorumlu bölümlerinin hayatın ilk yılında yeterince uyarılmadığı durumlarda, bu kısımların gelişmeyeceğini” söylemektedir. Dolayısıyla sonuç şiddet eğilimli, dürtüsel, duygusal olarak bağlanamamış çocuklardır...Bu konudaki bir başka önemli araştırmacı Allan Schore ise “bir bebeğin entelektüel gelişimindeki en önemli etkinin, onun işaretlerine duyarlı karşılık veren bir anne” olduğunu söylemektedir (McClure, 2018).
Dolayısıyla pek çok kişiden duyduğumuz “bırak ağlasın yoksa talepkar, şımarık bir çocuk olur” inancı aslında bir bebek için son derece tehlikeli bir ebeveyn tutumuna yol açabilmektedir. Ne mutlu ki artık pek çok ebeveyn hem sezgisel olarak hem de bilinçli ve donanımlı ebeveyn olma çabaları ile bebeklerinin ağlamayla ilişkisi konusunda çok daha duyarlı bir yaklaşım sergilemektedir. Bebeğinizin neden ağladığını anlayamadığınız o çok çaresiz zamanlarda bile bilmeniz gereken tek şey; ona sizden (ebeveyninden) daha iyi gelen bir başka kişinin olmayacağı ve sizin sakin, kapsayıcı temasınızın onu yatıştıracağı olmalıdır. Sağlıklı ruhsallığa sahip bir ebeveynin iç sesinden daha bilge bir ses yoktur ve tüm sesler arasından kendinizinkini duyabildiğinizde her şey çok daha berraklaşacaktır...
Kaynaklar
- McClure, V. (2018). Don’t Ignore Your Crying Baby. http://www.iaim.net/dont-ignore-your-crying-baby/
- Winnicott, D. W. (2014). Çocuk Aile ve Dış Dünya. Pinhan Yayıncılık, İstanbul.
YORUMLAR