Mesele ayakkabıda değil…
Ortaokul lise üniformamız gri etek, beyaz ya da mavi gömlek idi… Pek azımız önden pileli eteği tercih ediyorduk. Gri düz etek dikerdi annem. Çorap ve ayakkabıya hiç karışmazlardı. Hoş, üstümüze de her şeyi giyerdik gerçi son yıllarda. Bir gri etek sabitti.
Ayakkabı konusu da serbestti. Hepimizde aşağı yukarı aynı marka olurdu. Kimi pahalı, kimi daha uygun. Özel okuldu ama kimse arasında uçurum da yoktu. Olsa da çakılmazdı. “Görgüsüzlük” diye bir şeyle karşılaşmadık 8 sene boyunca. Jean dükkanı olan babamın kızı ben de aynı okuldaydım, çok büyük bir şirketin sahibinin çocuğu da, özel bir şirkette müdür olan kişinin çocuğu da. Notlarım iyi diye ve abim de özel okulda okuduğu, annem ev kadını olduğu için burs da alıyordum ortaokulda. (Babam bunu nasıl başardı, anlayamıyorum. Tatile gitmeyerek, kendilerine bir şey almayarak, 10 sene ciddi hesap kitapla ikimizi de okuttular. Biz de harcama yapan çocuklar değildik…)
Marka takıntısı yoktu kimsede o zaman şimdi olduğu gibi. Ama bazı markalar vardı ki, istiyordum ben de birilerinde görüp. Şimdi saçma geliyor ama ergen kafası farklı tabii. Ya para biriktirirdim ya da annemler “tek o” olmak şartıyla alırlardı. Markası önemli değil, bir ayakkabı vardı. İstemiştim. O zamanlar bulmak zordu. Denk getiremedik maddi ve manevi, almadık. Çok da ısrar etmemiştim. Hayatta neler olduğunun farkında, fakat zaman zaman kendi isteklerine de yenik düşen klasik bir ergendim. Alabileceğimiz zaman da ben unutmuştum bile… “Giysem ne olur, giymesem ne olur” kafasına ulaşmıştım nihayet okulu bitirmeden! (Tek bir sene takıldım “şu da olsa keşke” diye, uzun sürmedi neyse ki…)
Geçenlerde bunu konuştuk Arkın’la. Tamam sonra hevesim kaçmıştı ama almak istediğim dönemi anlattım. O da aynısını yaşamış. Bu konuşmanın ertesi günü, bir alışveriş merkezinde baktık ki işte o ayakkabı indirimde. Hem de yüzde 50. Daha önce nedense hiç görmedim, karşılaşmadım. Görsem, yine affetmezdim. Dedim “Kusura bakma, alacağım. Gel sana da alayım.” İhtiyacım var mı? Yok. Onun var mı? Hayır yok. Fakat gıkını çıkarmadı, konu da öyle tazeydi ki… Alma nedenimiz gayet basitti. Irmak şaşırdı hatta, aynı ayakkabıyla dolaşacağımız için güldü de bize. Aldık, geldim eve. Ve onlarla gezdim bütün akşam.
Baktım, o zamanı hatırladım. “Ne saçma şeylere kafa yormuşuz, neler istemişiz” dedim. Burada özne ayakkabı gibi olsa da o değil aslında. Mesele bir ayakkabı alıp saatlerce geçmişte dolaşmam. Utanmasam gri etek ve baklavalı çorap da giyecektim. O zamana gidip, kendimle yüzleşmem.
Neden bilmiyorum, bu aralar hep geçmişteyim. Kızıyorum kendime, yaptıklarıma. Saçma bir şey uğruna günlerimi üzüntüyle geçirmeme, o zamanların kıymetinin bilmememe. En çok da o zamanlar şimdiki özgüvenimin sadece 10’da birine sahip olmama. Utangaçtım, topluluk önünde konuşurken kızarırdım, giydiğim hiçbir şeyi kendime yakıştırmaz, hep en çirkin olduğumu düşünürdüm, hoşlandığım çocuğun yanında elimi kolumu nereye sokacağımı bilemezdim. Şimdiki gibi bir tayt tişört sokağa çıkmaz, saatlerce dolabın önünde dikilirdim.
Kendime öyle kötü davranıyormuşum ki, aklım almıyor. Aynaya bakıp bakıp kusur bulurdum. Annem çok uğraştı. Belki uğraşmasa, bu özgüven hâlâ daha olmazdı bende.
Bu yazı gençlere gelsin istiyorum. Okutun çocuklarınıza…
Öyle pişmanım ki kendime kötü davrandığım ve sokakta dimdik yürümediğim için.
Öyle pişmanım ki bir şeyi alamayınca günleri geceleri birbirine karıştırdığım için.
Öyle pişmanım ki işletme okuduğum, sosyalden sınava girmediğim için.
En çok da yersiz şeyler için kendimi yıprattığıma pişmanım. Ne oldu? O zaman önemli olan şey şimdi nasıl da HİÇ!
Ne giydiğinin hiçbir önemi yok. Giy sadece. Giydiklerinle değil, yaptıklarınla mutlu ol. Başardıklarınla…
İşin güzeli, kendin başarmak. İşletme okusan da istediğin diğer mesleğin peşinden gidip onu öğrenmek. Başkalarının “dur” çağrılarına rağmen erken yaşta kendi ayaklarının üzerinde durmak. Şimdi öyle ya da böyle istediklerimizi bir ölçüde alıyor, ailelerimizden gördüklerimizi çocuklarımıza yapıyoruz. Fazlasını almıyor, gücümüz yettiği kadar iyisine ulaşıyoruz.
Bu aklımla geçmişe gidip kendime dokunmak isterdim. “Yapma Şebnem, sen zor olanı zaten başarıyorsun, üzme kendini. Hatta sev. Kendinle gurur duy” derdim. Şimdi diyorum da, o günler gelmiyor işte… Bir ayakkabıdan nereye? İçimizi döksek bir örtüye, kim bilir daha neler çıkacak… Peki buna cesaretimiz var mı?
YORUMLAR