Kasım’da Datça
Hiç akımda yokken Datça’da buldum kendimi.
Abimler ev kiralamışlardı, bir saat içinde karar verdik sabah yola çıktık ve buradayız bir haftadır. 21 Kasım Cumartesi dönüyoruz. İlk kez bu kadar uzun yolda tek başıma araba kullanacağım.
Hem açık havada beraber olalım diye geldim hem de herkes gibi İstanbul’dan uzak olmak için.
Doğup büyüdüğüm, semtimi bile değiştiremediğim, çok sevdiğim İstanbul’dan kaçmak için fırsat arıyorum Mart ayından bu yana.
Yazın Seddülbahir’de iki şort birkaç tişörtle geçti, şimdi de burada iki eşofman birkaç üst…
Biz gelirken böyle değildi durum.
Vakalar da böyle değildi ya da açıklanmamıştı diyelim. Yasaklar da yoktu.
Az önce izin için başvurdum. Sonuçta çocuklara sokağa çıkma yasağı var belli saatler arasında ve biz yolda olacağız.
Burada çalıştım, çalışmaya devam ettim de iki gün önce şok haberle uyandım.
Annemlerin apartmanına kâğıt geldi, Aralık ayında elektrik – su – doğalgaz kesilecek diye.
Bu kararı zaten bekliyorduk. Biliyorduk.
Geç bile kaldı.
Neden geç kaldı? Yıllardır anlaşılamadı. Bunu sonra yazacağım, önce bildiklerimi doğrulatmam gerek. En doğru bilgiyi almam gerek. Aynı sorunu yaşayanlara örnek olması için yazacağım.
Nihayetinde buradan bulduk evi, dönünce iyice toparlayacağız annemleri ve taşıyacağız. Bir süre aramızda iki sokak olmayacak, arabayla 15 dakika mesafede olacağız.
Çok korkuyorum pandeminin ortasında taşınmalarından ancak başka çare yok. Çift maske, bol dezenfektan ile çözeceğiz.
İyi düşünelim, iyi olsun. Yeni ev uğur getirsin, şans getirsin…
Ben şimdi size bunu değil, Datça’yı anlatmak istiyorum.
18 Kasım’da denize girdiğime inanamıyorum.
Gündüzleri ilkbaharı, hava karardıktan sonra sonbaharı yaşıyoruz burada.
Dönmek istiyor muyum?
Hayır.
Hani evde kalorifer olsa, annemler taşınmayacak olsa eğitim de uzaktan olduğu için kalınır. Bir şekilde çalışırım çünkü buradan. Ancak sorumluluklarımız bizi bekliyor. Çok şükür ki…
Her köşesine gidemedim, gitmek istemedim. Sonuçta amacımız kalabalıktan kaçmaksa burada da evde olmalıyız. Bozburun’u gördüm, Söğüt’ü gördüm, Kargı’yı gördüm, Datça’nın merkezinin sadece bir kısmını gördüm. Hepsini de Instagram hesabımda paylaştım.
Gördüğüm yerlere hayran kaldım.
Doğasına, manzarasına, denizine.
Aslında en çok da insanların yüzündeki mutluluğa.
İstanbul’da zordur onu yakalamak.
Pandemi haricinde konuşuyorum, hepimizin derdi günü kurtarmak değil mi?
Hep bir yetişme telaşı, hep bir maddi yetememe kaygısı… Hep bir beklenti.
Burası mis.
Daha önce hiç gelmemiştim. Bildiğim şey, Allah izin verirse bundan sonra hep gelmek istediğim.
Bir yaz bir koya, diğer yaz diğerine. Birkaç şort tişört, gir terlik bir sandalet ve bir pansiyon…
Otelci de değilim ben. Pansiyon olsun, sade olsun… Bütün gün denizde olalım, doğayı yaşayalım.
Hiç bu seneki kadar doğa özlemi çekmemiştim.
Ki bundan sonra hayatımız daha zor olacak.
Mart ayında eve kapandığımızda bahar geliyordu. Bahçeye indik, yazlıklara kaçtık. Ki yazlığa kaçabildiğimize hep şükrettim.
Şimdi… Uzun bir kış var önümüzde evde geçecek olan.
Psikolojimizi iyi tutmamız gerek. Her türlü ilişki darbe almaya hazır. Karı koca, anne çocuk, baba çocuk…
Kolay olmayacak. Ancak başarabiliriz. Çocuklarımız için, kendimiz için, anne babamız için, büyüklerimiz için.
Bazen öyle kaygı doluyorum ki, sonra da hepsini kovmaya çalışıyorum. Şu anda kaygılarımın duygularımın önüne geçmesine izin vermem doğru değil.
Şimdi kaygılarımı bir kenara bırakıyorum.
Sadece çözüme odaklanmam gereken bir süreç var önümde. Annemleri sağlıkla taşıyalım da gerisi gelecek.
Siz de pozitif düşünmeye çalışın. Bedenim için vitamin içiyorum, zihnim için negatif düşünceleri kovuyorum.
Başka türlü yapamam.
Yapamayız…
YORUMLAR