Sen neymişsin be Google…
Doktorlar söylüyorlar: “Google’a bakmayın.”
Ben gittim onca seminere, onca doktorla konuştum.
Ama hâlâ bir şey olduğunda Google’a bakıyorum. Dünyam kararıyor.
Tatilin başlarında bir gün denizden bir çıktım, sesim yok! Tam üç hafta düzelmedi. 21 gün kısık sesle dolaştım. Böyle kısık da değil, sanki sinirlenmeye hazır, saçma, çatallı, rahatsız edici bir ses.
Doktora da gitmedim. Neden diye sormayın. Şuursuzluk diz boyu olabiliyor bazen. Geçenlerde bir akşam arkadaşımda otururken canım gelen bir e-mail’e sıkıldı, aklıma sesim geldi.
Açtım Google’ı. “Uzun süren ses kısıklığı” yazdım. Ah neler döküldü neler. Ne teşhisler koydum kendime. O da çok geçirdi. Kızardım. Terledim. Elim ayağım boşaldı resmen.
Bir de sosyal medyada paylaşmıştım. Üzerine geldi mi felaket yorumları. Dünyam karardı. Bir de okuyorsun teşhis koyarken bakıyorsun.
- A bak o belirti de var bende.
- Bak bak bu da var.
- Doktora gideyim.
- Yok ama şimdi çocuğa tatil sözü verdim, dönüşte gideyim. Bir haftadan ne olur ki?
Arkın desen, yok sayıyor beni böyle zamanlarda. Uçak korkuma da öyle yapardı. Patladım ona. “Korkumu yok sayarak beni sakinleştiremezsin” diye. Hep de bundan kavga ederiz. O an benim endişem saçma gelir ona, yorum yapmadığı gibi söylediği bazı şeyler de kırıcı olur. Benim de isteğim bana sarılıp “Canım, yanılıyorsun. Bak aslında böyle böyle böyle… Ben senin yanındayım” demesi. Annem gibi…
Ben zaten bir halt ettiğimi ve hata yaptığımın farkındayım. Demek ki sakinleştirilmeye ihtiyacım var işte. Onun beklediği gibi güçlü bir kadın olamayabiliyorum bazen. Çözemiyorum bazı şeyleri. Yanımda olduğunu hissetmek istiyorum. Beni anladığını bilmek.
Nasıl Irmak karanlıktan korktuğunda “Off karanlıktan korkulur mu saçmalama” demiyorsam, nasıl “Haklısın, seni anlıyorum. Ben de küçükken sevmezdim ışık kapalı uyumayı” diyorsam demek ki içten içe aynısını bekliyorum.
O gece eve dönünce hep çay içtim, sıcak suya limon döktüm içtim. Ihlamur içtim. İki gün sigara içmedim. Çocukluğumdan beri suyu soğuk seven ben, dolaptaki suya dokunmadım.
Sabah da koşarak anneme gittim. Resmen beni sakinleştirmesi için anneme koştum.
Biliyorum işte nedenini. Canım sıkkınken sesim gider hep, onun da öyle. Konuştuk konuştuk. Geçti. Öyle şeyler vardı ki, sesimin kısılması az bile kalmış. Hepten gitse şaşmazdım.
Bazen böyle oluyor işte. Ne kadar saçma olduğunu bilsen de yapıyorsun. Çünkü aslında canın başka şeye sıkılıyor, sen onu kafandan atmak için kendine sarıyorsun.
Kocanla kavga ediyorsun, işe takıyorsun.
İşe sıkılıyorsun, kendine takıyorsun.
Anneliğini sorguluyorsun, acısını başka yerden çıkarıyorsun.
Aslında işte her ne kadar “yüzleşmek gerek” desek de zaman zaman kaçıyoruz sorunlardan. Oysa terapide ne öğrendim? “Şu anda bu sorunla mücadele edemeyeceğim, o yüzden konteynıra gönderiyorum. Hazır olduğum zaman oradan çıkarıp çözeceğim.”
Bunu yapmak neden bu kadar zor? Çok bilmek de iyi değil işte.
Şimdi ben bilmesem o kadar, Google’a baktığım için kendimi suçlamam da. Hem yapılmaması gerektiğini bilip hem de üzerine basa basa devam edince kendine yükleniyorsun. “Yakıştı mı şimdi bana” gibi aptal bir cümle de kuruyorsun üzerine.
Aklıma takılanları da bir kağıda yazdım. Tek tek düşündüm, tek tek kafamda çözdüm hepsini. Düzeldi sesim yavaş yavaş.
Öncelikle üzerime yüklenen sorunları “bunlar benim sorunum değil, sorumlusu da ben değilim” diyerek gönderdim. Çözemeyeceklerimi konteynıra yolladım. Halletmem gerekenleri de listeledim.
İki gün sosyal medya molası da iyi geldi. Bir gönderi paylaştıktan sonra “Kötü yorum var mı” diye bakmak insanı ne kadar yoruyormuş meğer…
Ve sesim düzeldi işte.
Kah konuşarak kah çözerek kah anneme sığınarak.
Kulaklarımdaki uğultu gitti, boğazımdaki ağrıdan eser kalmadı.
Ya biz neden bazen bile bile kendimize zarar veriyoruz?
Ben ettim siz etmeyin. Bakmayın Google’a. Baş ağrısı yazınca beyinde ur çıkıyor, ses kısıklığı deyince gırtlaktan akciğer hastalıklarına kadar hepsi sıralanıyor.
Bir daha bakarsam elimi eşek arısı soksun!
YORUMLAR