Klişe cümleler
Aaaa bazen bir laf ediyorum, kendimden soğuyorum. O sinir olduğumuz, herkesin tüylerini diken diken eden klişe cümleler nasıl yerleştiyse hayatımıza, istemsizce dökülüveriyor iki dudağımızın arasından. Kızmayın bunları söyleyenlere. Sevin onları. İsteyerek olmuyor. Gerçekten…
Mesela tam da bunlar…
İki gün aç kalsın bak nasıl yiyor: Yemiyor canım, gerçekten yemek seçen -iştahsız çocuk- iki gün aç kalınca da yemiyor, üç gün kalınca da… Yemeyen, yemiyor. İster dağı del, ister Amerika’ya yüzerek git. Çocuk bu! Daha kaç aylıkken sadece kendi dediğini yaptırıyor.
Biberon verirsen memeni almaz bir daha: Bu da klişe. Alıyor işte. Hem emzirip hem biberon veren anne yok mu? Yok yere biberonu bıraktırdılar bana, bir daha da almadı biberon! Gitti biriken sütler…
Dur hele bir askerliğini yapsın sonra nişanlanırsınız: Hayır yani neden ki? Askere nişanlı gidemez mi? Her şey belirlenen sırada mı olacak? Oku, askere git, işe gir, evlen, yeme içme ev al, çocuk yap, emekli ol, öl… Bu mu?
Sıkıl, sıkıl, sıkı can iyidir: Böyle büyüdük. Sıkı can iyi falan değil. Sıkı can iyidir demek yerine başka şeylere teşvik edilseydik belki hepimiz farklı noktada olurduk. Yaratıcılığı tetiklediği doğru da sürekli söylenince hiç öyle bir etkisi olmuyor. Üzerimizde test edildi. Onaylandı. Var mı onaylamayan?
Büyük al, seneye de giyer: Kolları uzun montlar, paçaları kıvrılan pantolonlar, beli lastikli etekler. Olmuyor. Ayrıca büyük alınca seneye giyemiyor. Kızım 7.5 yaşında. Hiçbir şey sonraki sene olmadı büyük alsam da. Hatta bir kez bir ayakkabının üç numarasını almıştım internetten, 24-25-26. 25’i ayağına geçiremedi, 24’ten 26’ya atladı. Büyük almayın seneye giymesin. Bu sene tepe tepe kullansın.
Çok güldük, kesin ağlayacağız: Olumlamanın tam tersi. Evrene gönderdiğimiz enerjiye bak. Terapistim söylemişti gülmeyi bile kendimize çok gördüğümüzü, bu cümlenin ne kadar yanlış olduğunu. Gülün yahu. Gülün. Hazır fırsat varken ağız dolusu gülelim, onu da burnumuzdan getirmeyelim.
Eski dost gibisi olmaz: Olur, bal gibi de olur. Bazen 35’inden sonra tanıştıkların baş köşeye geçer. Hayattan ne istediğini bildikten sonra orta paydada buluştukların öyle kıymetli ki…
Şimdi iş arama, Eylül’ü bekle: Yok öyle şey. Eylül’ü bekleyince ne oluyor? Sanki başvuru yapar yapmaz hemen çağırıyorlar. Siz aramaya başlayın, ne zaman tutarsa artık. “Bekle piyasa düzelsin” sözü çok geride kaldı artık.
Çalışırken para biriktir, geleceğini garantile: Doğru. Biriktireyim. Ama çalışırken gezmeyeyim mi? Görmeyeyim mi? Her şey 60 yaşından sonra evde rahat oturmak için mi? 20’li, 30’lu, 40’lı yaşlarımı ev-iş arasında mı tüketeyim? Yaşamayayım mı?
Teknolojinin kıymetini bilin, biz küçükken yoktu: İtiraf ediyorum, bunu ben de zavallı çocuğuma söylüyorum. Zavallı dedim, çünkü benim bu saçma cümleme maruz kalıyor. Çocuk, olmayan bir şeyi nasıl hayal etsin? Telefon sabitti diyorum, bakıyor. Telsiz telefonu denemek için apartmanda dolaşırdık diyorum, anlam veremiyor. Cep telefonu yoktu diyorum, şaşkınlık içinde kalıyor. İnternet yoktu deyince “hadi canım” diyor. Aklı almıyor ki olanın kıymetini bilsin. İçine doğdu teknolojinin. Benim ettiğim cümle saçma işte. Saçma da annelik de böyle oluyor. Bazen ağzından çıkanı kulağın duymuyor.
Kucağına alma, alışır: Alışsın. Ona, sonsuz sevgime alışsın. İhtiyacı varken kucağıma almayacağım da ne zaman alacağım? Bebeğim kucağımda yaşadım, hiç de indirdiğimde bunalıma girmedi. Bol bol öpün, kucaklaYın. Büyüyünce öptürmüyorlar. Kucağa da gelmiyorlar.
Yok canım kırık değildir bu, kırk olsa yerinde duramazsın: Duramam da neye göre, kime göre. Ağrı eşiğim yüksek diyordum, nihayetinde şahit oldu herkes. 36 saat kırık ayakla dolaşıp 45 günlük alçılı hayata başladım. Yazarken birinci, siz bu yazıyı okurken üçüncü gündeyim. Kırık olunca duruluyormuş, düştüğünüz an doktora gidin…
Daha çok var da böyle cümle, yormayayım sizi.
YORUMLAR