Yüksek ses meselesi…
Uçak. Ayaklarımızı yerden keserken benim iç organlarımın yer değiştirmesine de neden olsa da mecbur kalınca biniyorum. Hatta mecbur kalmak demeyelim, keyif için de bindiğim oluyor. Zaten bunu o kadar çok yazdım ki tekrarlamaya gerek yok. Söylemek istediğim başka bir şey.
Pazar sabahı uçağa binmem gerekiyordu, imza günüm vardı Antalya’da. Her türlü bitkisel, sakinleştirici etkisi olan çayı içip gittim. Kontrolden geçtim. Oturdum bekliyorum. Kitap okuyorum. Sosyal medyaya bakmıyorum bir şey olur da görürsem diye.
Arkamda da birkaç kişi var konuşuyorlar. Bir havayolunun Trabzon’da pistten çıkan uçağını onlardan duydum. “Eyvah” dedim, ısrarla sosyal medyaya bakmadım. Hatta ertesi gün döndüğümde baktım. O fotoğrafı görsem bavulu aldığım gibi eve geri dönerdim çünkü. Sonra kendi aralarında şakalaşmaya başladılar. “Tamam ihtimaller azaldı, bir şey olmaz” diye. Bu geyiği herkes yapıyor da sırası değil ki! (Belki de kendilerini rahatlatıyorlardı. Sonuçta korksan da korkmasan da hakimiyetin asla sende olmadığı, yerden binlerce kilometre yüksekte bir aracın içindesin. Yapacak bir şeyin yok…)
Benim orada sinir olduğum, bangır bangır, alabildiğine yüksek sesle konuşmaları. Konu uçak olmasa dasabahın köründe ben sizi dinlemek zorunda mıyım? Sizin esprilerinize katlanmak zorunda mıyım? (Allah korumuş o uçaktakileri… Şok oldum görünce! Facianın eşiğinden dönülmüş.)
Hadi diyelim ben korkuyorum ve bu durum mantıklı düşünmeme engel oldu, o sabah yukarıdakileri aklımdan geçirdiğim için haksızım.
Ya diğer zamanlarda yaşanan yüksek sesli konuşmalar.
Dolmuşta, vapurda, otobüste…
Her yerde.
Kimse telefonun sesini kısmaz.
O telefonu bulana kadar ortalık inler.
Açtığında da canlı yayında dinleriz tüm konuşmayı. Kim kime ne demiş, neden öyle yapmış, karşıdaki ne demiş?...
Tamam sesi kapatma, ama kısabilirsin. Ay ya da ne bileyim, telefonun yakınında dursun, ortalık inlemesin sen bulana kadar. Karşıdaki seni duymuyorsa, sonra arayacağını söyleyebilirsin.
Bir kafeye gidersin, kimse “ay bunları konuşmayayım yan masa duymasın” demez, bağıra çağıra anlatır bir şeyi. Sen de istemeden kulak misafiri olursun.
Rahatsız edici değil mi sizce de?
Cep telefonu çıktığından beri aynı durumla karşı karşıyayız ve bu hiiççç değişmiyor.
Uçak meselesine gelince. Benim korkum ya da korku değil kaygı diyelim, binene kadar. Bindim. Teslim oldum. Sabah hava kötüydü İstanbul’da. Sallanarak kalktık, gittik, güzelce indik. Seyrettim bulutları, hayaller kurdum. Bulut yoksa nerenin üzerinden geçtiğimizi tahmin etmeye çalıştım. Sallandığımız zaman panik yapmamak için hostesleri takip ettim gözlerimle, onları rahat görünce ben de rahatladım. İki yıl önce katıldığım THY Uçuş Korku Programı’nda (bloğumda detaylı yazıyor) öğrendiklerimizi düşündüm, nefes tekniklerini uyguladım.
Evet ellerim ter içindeydi. Buz da kesmiştim aynı zamanda. Ancak başardım. Yanımda “korkuyorum” diyecek kimsenin olmaması, tek başına uçuyor olmam da bir bakıma daha iyiydi, çünkü yansıtacak kimse yoksa başka şey düşünüyorsun. Şimdi Şubat’ta ailece bir uçuşumuz var, o zaman da “tek mi otursam acaba” diye düşünüyorum. Yazık Arkın’a çünkü. Elleri morarıyor, öyle sıkıyorum ki…
Gidip döndükten sonra da kendimi takdir ettim. Tanıyanlar bilir, bunu pek yapmam. Kitap girmiş 11’inci baskıya, başka projeler yolda… Onlar için kendime iyi not vermiyorum da, uçak için takdir ediyorum. “Aferin sana kadın, korkunun üzerine gittin, başardın” dedim. Bir başkası için çok keyifli ve basit olan bir şey, benim için çok zordu çünkü. E yaptıysam da “aferin” demem lazımdı.
Yine konudan konuya atlarken tüm kafa karışıklığımı size yansıtmış oldum. Fakat bu kalabalıkta, toplu taşıma araçlarında yüksek sesle konuşma meselesi beni gerçekten çok rahatsız ediyor.
YORUMLAR