Kabullenmek mi gerek?
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali size söylüyorum ki kendim anlayayım!
Hayatı fazla mı ciddiye alıyoruz ne?
Ev dağılınca söyleniyor, işte sorun yaşayınca hayatımızı karartıyor, en ufak bir olumsuzlukta çöküyoruz. Yok yere. Gözümüz kararıyor.
Söylenen bir söz takılıyor, “ne demek istedi” diye saatler harcıyor, mide krampları yaşıyoruz.
Irmak beş buçuk aylıktı. “Hayatta kimseye bırakmam” diyor, annemin kucağına bile zor veriyordum. Bir gün babam rutin kontrole gitti. Doktor anjiyo istediğinde “aman baba ne gerek var EKG gayet normal” dedik. O ısrarla anjiyo yaptırmak istedi. Bize susmak düştü tabii... Sonuç: Acil bypass, beş damar kopmak üzereymiş.
Ne oldu? Hemen kayınvalidem geldi yazlıktan, bir hafta sabahtan akşama kadar Irmak’a baktı. Biberon olmayan çocuğu bıraktım, hoş o da ben yokken mis gibi içmiş…
Babamın ameliyatından sonra hiçbir şeyi kafaya takmayacağıma, hayatı geldiği gibi yaşayacağıma söz verdim. Sonra ne oldu? Babam ayağa kalktı, iyileşti. Sözlerin hepsini unuttum.
İş telaşesine daldım. Bir dergi açılıyordu o zamanlar, ben de adı “yarı zamanlı” olsa da “tam zamanlı” çalışıyordum. Toplantıdaydık. Gergin bir toplantıydı hem de. Hatta iş hayatımın en gergin toplantısı diyebilirim. Annem aradı, meşgule aldım. Annem bir daha aradı, yine meşgule aldım. Bazen eli çarpıyor çünkü dokunmatik ekrana. Sonra yeniden arayınca açtım, “anne mümkün değil konuşamam” dedim. “Dayın kalp krizi geçirdi, acil ameliyata alıyorlar, hastaneye gidiyoruz” deyince konuşamayacağını söyleyen ben fırladım çıktım. Ne dergi vardı aklımda ne gergin toplantı. Umurumda mıydı?
Bir kez daha boyumun ölçüsünü aldım. Sonra yeniden başladım dırdırlara. Dayım da iyileşmişti. Her şey yolundaydı. Yok Irmak yedi yemedi, kustu kusmadı bunlarla bozmuştum kafayı. Bir de işten ayrılmıştım, maddi sorunlar da üst üste geliyordu.
Irmak 18 aylıktı sanırım, bir gece ağladı, kalkamadım. Yatağa yapışmıştım. Kıpırdamam mümkün değildi. Saatler sürdü Arkın’ın beni kaldırması, hastaneye götürmesi. Sonuç: Sinir sıkışması. Bütün sırtımın, omzumun kitlenmesi… Sakinleştiriciler, kas gevşeticiler, 15 gün fizik tedavi.
Yine dedim yapmayacağım.
Ama yaptım!
Hep aynı. Hep aynı.
Bacağım kırıldı, aman dedim bir daha şikayet etmem. İyileştim, ooo söz veren ben değilmişim gibi başladım.
Unutuyoruz bir anda nelerin olacağını, kısa kollu giymişken havanın bozmasına da takıyoruz, arabanın bozulmasına da bir projenin reddedilmesine de. Belki de yapmamız gereken şu: Tutamayacağımız sözler vermemek.
Ben artık şöyle diyorum: “Aldım boyumun ölçüsünü, bir süre gerçekten kafama bir şey takmayacağım. Ancak sonra gündelik hayatın akışına kapılıp saçma sapan olaylara üzülmeye devam edeceğim.”
Yani kendimizi kandırmamak gerek.
Beceremiyoruz işte.
Yapamadıkça daha da çok sinirleniyor, kendimizi yiyip bitiriyoruz.
Kabul etmek, en güzeli. En rahatı... Geçen hafta meme kontrolüne giderken kendimi her zamanki gibi en kötüye hazırladım. İlk felaket senaryosu gelir çünkü aklıma! Kızdım, hesaplaştım. Sonra dedim ki anneme: “Bak şimdi korkudan ölüyorum kafayı bir şeye takmayacağım diyorum da gör bak çıkınca, her şeyin normal olduğunu duyunca nasıl da başka şeyler hakkında dırdırlanmaya başlayacağım.” O da gayet güzel cevap verdi: “E hayat böyle, hepimiz yapıyoruz.” Nitekim çıktık, eve geldik, başladık karşılıklı “o şöyle, bu böyle” demeye.
Düz vites araba kullanamamayı kabul ettiğim gibi bu huyumu da yeni tabirle “kucaklayacağım.” Aksi takdirde kendimle kavga etmekten erken yaşlanacağım.
Zaten 40 olmama kaldı üç ay. Zaten keçiler kaçtı kaçacak.
Buyum işte.
Kabul ettim, gitti…
YORUMLAR