Bilgisayarı günah keçisi yaptım da olay başka!
Bizim çocuklarımız ve ondan önceki nesil bilgisayarın içine doğdu ancak ya biz? Söylendiği gibi biz dijital göçmeniz onlar ise dijital yerli… Bizim eve 1998 yılında girdi bilgisayar. Ondan önce Commodore 64 vardı, kendisini bilgisayardan sayarsak. Oyun oynardık, “kafa ayarı” yapardık. O zamanlar babamın Kadıköy’de dükkanı vardı, arardı “çıkıyorum” diye. İstediği oyunu hazırlar, beklerdim. Evde Commodore’un dilinden anlayan bir ben vardım.
Nitekim bilgisayarda da aynısı oldu. Yapardım her şeyi. Güncellerdim, yeni yazılımlar yüklerdim. Dakikalar sürse de internete bağlanırdım, bağlantı kopunca nerede olursam olayım yine beni çağırırdı, beni arardı annemler. Zaten internete girdiğimde telefon meşgul olduğu için hep geceleri onlar uyurken yapardım. Az uyanmadılar o bağlanma sesine. En sonunda kendi odama hat bağlattım, faturasını kendim karşıladım da çözümü buldum.
Bu durum uzun süre böyle devam etti. Arkın’dan bile daha iyiydim. Bitirme ödevini yazarken ben yardım ettim, görsel düzenledim, fotoğrafları kırptım, biçtim. Bir de şimdi saçma gelse de hızlı yazma hırsım vardı. Evde Q klavye kullanıyordum, gazetede ise F. İkisinde de doğru stilde kullanmasam da klavyeyi, fena hızlıyım. Hâlâ da parmaklarım klavyenin üzerinde dans eder yazarken. O zamanlar “bakmadan yazmak” çok havalıydı. Ben o hava atma işini 20’li yaşlarda yaparken, şimdi Irmak beceriyor. Yaş, 9’a 4 ay kala!
Ancak ya şimdi? Şimdi gerçekten durumum vahim! Güncelleme yapamıyorum, bir tuşa basmaya korkuyorum. İki saat kamerayı devreye sokmak için uğraştım ve yapamadım. En sonunda dedim “Arkın gelince bakar.” Ya korkuyorum "bir halt yiyeceğim, bozulacak" diye ya da kafam almıyor. Eskiden “aman şunu da öğreneyim” derken, yeniliklere kapadım sanırım kendimi. Blogumu kendim açtım, her şeyini kendim güncelledim. Ta ki alt yapısını değiştirene kadar. Şimdi arkadaşım Fatih yardım ediyor. Güncelliyor, yedekliyor…
Kendimi bu işe neden kapadım, bilmiyorum! Telefon markasını değiştirmeye bile korkar oldum. Herkes daha iyi fotoğraf çekiyor diye cihaz değiştirirken ben kolay yolu seçmekten yana kullandım oyumu: “Aman, bildiğimle devam edeyim.”
Bu nereye kadar böyle gider ancak resmen teknolojik olarak yeniliklere kapamış durumdayım kendimi. Evdeki ses sitemini de henüz tam çözemedim. DVD oynatacağım derken ter döküyorum. Commodore 64’e elinde kalem, “kafa ayarı” yapan kızken şimdi koca kadın PlayStation’ı açarken kırk kere Arkın’ı arayıp “Hangi kablo nereye?” diye soruyorum. GoPro almıştık, kullanmayı reddediyorum. Öğrenesim gelmiyor.
Kızıyor bana! “Beceremem” deyip kenara çekildiğim için. Bırakın teknolojiyi, annem bile sinirleniyor örgü örerken hep tek modele takılı kaldığım için. Efendim yeni modelleri öğrenmeyi reddediyormuşum, oysa küçükken etamin bile yapıyormuşum.
Diyemiyorum ki "beynim yorgun" ve zaten kendi işim dışında onca şey öğrenmişken bunlara kapadım bünyeyi. Bazen de başkası yapsın istiyorum. İşin kolayını tercih etmek istiyorum. Zaten diğer konularda sürekli öğrenmeye çalışırken, sürekli yeni bir şeylere adım atarken onca duvara çarpıyorum, bari güncellemeleri ben yapmayayım!
Varsın kamerayı devreye sokmayı Arkın yapsın. GoPro’dan o sorumlu olsun. Ben “imdat” dediğimde devreye girsin. Blogum Fatih’e emanet olsun. Aman ördüğüm her şey tek model olsun.
Olmaz mı?
Bu da bir isyan çeşidi değil mi?
Tamam. Öğreniyoruz. Sürekli kendimizi geliştiriyoruz da bünyeyi bazı şeylere kapatma hakkımız yok mu? “Takılan madalyalar!” mı azalacak?
Şimdi “Aman saçmalama, bunları bilsen kaç yazar!” diyeceksiniz, demeyin. Çünkü teknoloji üzerinden kendimi kapadığımı yazdım, siz onları başka şeylere verin.
“Kızım sana söylüyorum, gerisini sen anla”nın başka versiyonu olarak kabul edin. Yazık olan bilgisayara oldu, günah keçisi yaptım kendisini. Fakat mesajım doğru şekilde ulaştı sanırım.
Amacım da oydu.
YORUMLAR