Bebekliği özlemek
Ne zaman kucağımda bir bebek olsa, ne zaman eski fotoğraflara dalsam, aynı soru geliyor: “Kızının bebekliğini özlüyor musun?” Şimdi o zaman içimde iki kadın çarpışıyor. Biri “Ya, nasıldı amaaa…” diye yumuşarken diğeri “Ne yani, şimdiki hali de mis değil mi?” diyor. Bu, cevap verilmesi zor bir soru bir anne için. Bence tabii. Her anları şahane. Bebekliği, bebeklikten çocukluğa geçişi, bu yaşları. Bunu ayırt edemem ki.
Ancak net olduğum konu, kızım bebekken olan “ben”i özlemediğim! Evet o kadını özlemiyorum. Çünkü:
- Çok panikti.
- Ne yapacağını bilmiyordu.
- Doyduğundan emin değildi, uykusunu aldığından emin değildi.
- Yemek meselesi zorlamıştı.
- Kendini yetersiz hissediyordu.
- Sürekli “Ay beceremedim, iyi anne olamadım” diye düşünüyordu.
- Bütün kariyerini bırakıp bir anda evde kaldığı için alıngandı ve kocasıyla arası iyi değildi.
- Kimseye güvenip çocuğunu bırakamıyordu.
- Hep “bir şey olacak” korkusuyla yaşıyordu.
- Eleştiri kabul edemiyor, her eleştiride kendinden nefret ediyordu.
- Kendini çevresindeki diğer annelerle kıyaslıyor, hiçbir artısını göremiyordu.
O yüzden o günleri özlemiyorum ve bunun kızımla bir alakası yok. Kendimi, o kadını özlemiyorum.
Açıp bakıyorum eski fotoğraflara, gençmişim, çizgilerim azmış ancak bazı bakışlarıma üzülüyorum. Sonra o ruh halimi düşünüyorum. “Yetemiyorum ki bir şeye. Bak, evdeyim. Arkadaşlarım kariyer basamaklarını hızla tırmanırken beş kuruş para kazanamıyorum, kimse bana saygı duymuyor. Konuşacak konum da yok. Geleceğimiz nasıl olacak. Arkın ‘çalış’ diyor. Peki ama nasıl? Kime bırakacağım? Kim bakacak? Bırakamam ki! Hem ne iş yapacağım ki? Katı gıdaya geçiş de zorladı, çocuk kusuyor. Anne olmayı da beceremedim, kadın olmayı da, eş olmayı da…”
Uzun süre bu duyguları yaşayan biri sizce o dönemleri özler mi? Bence hayır. Sonra işte, blogda, kitapta (Manyak Anne) defalarca yazdığım iş süreçleri, evden çalışmaya herkesi ikna etme dönemim, mücadelem, psikolog sayesinde “yetersizlik” hissinden kurtulmam, şimdiki hale gelmem… Şimdiki hal dediysem, hâlâ büyük mücadele söz konusu. Gelecek kaygısı devam ettiği gibi, bu da zor. Her an bir görüşme ayarlamaya çalışmak, sürekli projeler bulmak, sunmak, cevap beklemek, kendi çizginden çıkmadan karmakarışık olan sektör içinde tutunmaya çalışmak, “elinde telefon, oturuyorsun”u milyonuncu kez aile büyüklerine anlatmak zorunda kalmak. Şükür tabii, şikayetim yok. Üretmeyi ve aktif olmayı seven benim gibi insanlar için bu durum şükür sebebi, şikayet değil.
Sadece konuya dönecek olursak, özlüyor muyum diye, ona istinaden yazdım her şeyi. O zamanki Irmak harikaydı – her an olduğu gibi- fakat o zamanki Şebnem harika değildi. Bunu bir tek ben düşünmüyorum. Arkın’a (eşim) sorsak o da aynı cevabı verecektir kesin. Çünkü o yetemediğini düşünen kadın etrafa iyi enerji yaymıyordu.
“Anne mutluysa çocuk da mutludur” sözünü sürekli tekrarlar, mutlu olmak için çırpınırdım aklımda onca şey ile mücadele ederken. İşte şimdi gerçekten bazı şeyleri kabullendim. Mesela, “Evet, evden çalışmak harika; baktım ki olmuyor, girer, tam zamanlı bir işte çalışırım” diyorum iş hayatımda en sıkıştığım anlarda. O da mutsuzluğu engelliyor. Yeniden ben olabiliyorum. Sonra, geçmişe dönüp baktığımda kendimi yetersiz hissettiğim zamanlarda bile öyle güzel oyunlar oynatmışım, öyle faydalı şeyler yapmışım ki kızım için, şimdi şimdi ortaya çıkıyor etkileri. Aslında hiç de “yetersiz” değil, tam tersi, “gayet iyi”ymişim. Keşke bunu anlasaydım. Keşke bana bunu söyleyenler çok olsaydı sürekli soru sormak, eleştirmek yerine…
Bir tavsiye verecek durumda değilim, o yetiye sahip değilim. İçimden geçenleri yazdım. Sadece şunu diyebilirim; bence aklınızda sizi rahatlatacak bir B planı bulundurun ve lütfen ama lütfen kendinizi kimseyle kıyaslamayın. Asıl mutsuzluk sebebi o çünkü… Her anın tadını çıkarmak gerek. O günlere bu kafayla dönsem, yetersizlik kapımı çalamaz bile!
YORUMLAR