Güle güle canım dayım
Canımın içi dayım. Baba yarım. Sırdaşım. En özel günlerime şahit olanım. En zor zamanda elimi tutanım. En mutlu olduğum anda duygularımı paylaşanım. İş arkadaşım. Canım dayım. Her zaman üçüncü çocuğun gibi hissettiğim canım içi dayım. Bizi gördüğünde gözleri gülenim. Güle güle… Sana güle güle demek çok koyuyor bana, ama başka söz bulamıyorum. Çünkü gittin. Çünkü sensiziz. Çünkü…
Çok ağlıyorum, çok üzülüyorum hatta gittiğin için çok sinirleniyorum fakat bir yandan da acılarının dindiğini biliyorum. Anneanneme kavuştuğunu düşünmek istiyorum. Anne oğul sarıldığınızı hayal ediyorum. Başka türü rahatlayamıyorum. Başka türlü nefes alamıyorum.
Gidişin daha çok taze. İki gün oldu. Her geçen gün daha çok özlediğim için ağlayacağımı biliyorum. Elimin sürekli telefona gideceğini de. Sonra telefonu duvara fırlatmak isteyeceğimi de… Hep beraberdik çünkü. Beraber olmasak telefondaydık. Konuşamasak da yazışıyorduk. WhatsApp’taki sesli mesajlarını dinliyorum. Anneme sarılıyorum. Teselli edecek söz bulamıyorum. Ağlıyor. Ağlıyoruz… Ona çok iyi bakacağım merak etme, hatta buna emin olduğunu biliyorum da ah be dayı. Ah be dayı. Ne yaptın sen canım Edip Dayı?
Kimi insan konuşarak yaşar acısını, kimi yazarak, kimi susarak… İlkini yapamıyorum. Sadece o anlarda bizimle olanlarla, diğer dayılarımla kuzenlerimle konuşabiliyorum. Sanki o anlara şahit olmayan kimse bizi anlamayacak gibi hissediyorum. Cuma sabaha karşı Edip Dayımı kaybettiğimizden bu yana hiçbir arkadaşımın telefonunu açmıyorum. Açamıyorum. Konuşasım gelmiyor. Anlatasım da… Dayım kötüleştiğinden bu yana sosyal medya paylaşımı yapıyorum fakat yazıp kaçıyorum. Bir şekilde içimi dökmem lazım. Yoksa patlayacakmış gibi hissediyorum.
Canım çok yanıyor şu an. Çok acıyor. Bana kalsa günlerce yazarım da gücüm yok. Bir konuşuyorum bir ağlıyorum. Tam toparlıyorum sonra yeniden ağlıyorum. Mesela şimdi bu satırlara kadar iyi geldim de boğazımdaki düğüm kendini göstermeye başladı. Az sonra döküleceğimi hissediyorum.
Filmlerde görsem amma abartılmış diyeceğim, başkası anlatsa asla inanmayacağım bir altı gün geçirdik.
Nerden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Parça parça yazabilirim. Toparlayamıyorum kendimi.
Biz çok bağlı bir aileyiz. Annem en büyük kardeş, ardından dört dayım geliyor. Hepsinin yeri çok başka. Edip Dayım 1992’de İstanbul’a taşındığından bu yana hep beraberiz. Her yerde. Her zaman. Herkesin her şeyine koşan bir insan daha görmedim ve görmeyeceğim de. Kim düşse elini tutan, kim çıksa onu alkışlayan, en uzaktakine uzanabilen, herkese “ben buradayım”ı hissettiren eşi benzeri olmayan bir adamdı. Cenazede kuzenlerim babalarına, annem kardeşine biz dayımız için ağlıyorduk ancak aslında herkes “kendi Edip’ine” ağlıyordu. Yüzlerce kişi uğurladık canımın içi dayımı. Instagram paylaşımlarında yazdıklarımı tekrar etmek istemiyorum burada. Tam da öyle hissediyorum ama. Orada yazdıklarım gibi…
Öncelikle bana bir senedir neden moralsiz olduğum soruluyordu. Nedeni tam da buydu. Fakat paylaşmadım. Birçok nedeni var. Ancak şimdi yazabiliyorum işte. Bir senedir yazmıyorum. Söylemiyorum. Kemoterapi odasında onun yanındayken gelen mesajlara sanki her şey normalmiş gibi cevap veriyordum. Bir başka paylaşım yapıp orada olduğumu söylemiyordum. Ya da MR sırası beklerken beni tanıyanlar olunca fotoğrafların altına bir şey yazmamalarını rica ediyordum. Hatta bir keresinde bir arkadaşımın paylaşımının altında “sen ne bilirsin o odaları” diye hakaret etmeye başladı biri bana. Hiç görmemişim gibi. O an bile yazmadım. Herkes bilse ne değişecekti ki? Benim orada olma amacım dayımın yanında durmaktı. Bir başkasına herhangi bir şey ispat etmek değil. Sustum. Çok sustum. Bir gün olacakları bilmemize rağmen de bunu hiçbirimiz konuşmadık.
Her şey böyle başladı…
2018 Kasım’da dayıma küçük hücreli akciğer kanseri teşhisi kondu. 2011’de bypass, 2014’te lenfoma atlatmıştı. Hatta 2018 Eylül’de başka bir akciğer ameliyatı olmuştu. Ailece yıkıldık son teşhiste. “Hastalık yok, hasta var” diyordum hep. Neleri yenmiş dayım, bunu da atlatacaktı. Kemoterapi, radyoterapi aldı, daha iyi oldu. Hatta tedavi bittiğinde anneannemi kaybettik. Tam iyi oldu derken başka yerde çıktı. O tedavi bitti, bir başkası oldu.
Bu süreçte dayım çalışmaya, araba kullanmaya devam etti. Yalvarıyordum “ben götüreyim” diye. Ne de olsa evden çalışıyorum, zamanımı yönetebiliyorum. Sadece birkaç kaz kabul etti. Bu tavrı bana değil, herkese karşıydı. Çocuklarından da, diğer kuzenlerimden de bu konuda yardım istemiyordu. Araba kullanmak onun için bir güçlü olma durumu haline gelmişti. Bizim götürmemizi kabul etmediğinde hastanede buluştuk. Kemoterapi odasında destek olduk. Sodyum düştü, destek tedavi alırken gittik kafasını dağıttık sohbet ettik. Raporları geldi belki başka bir şey duyarız diye haberi olmadan doktor arkadaşlarımıza gönderdik. Hastaneye gidemediğimizde telefonda konuştuk. Öyle güçlü, öyle dimdik devam etti ki… “Araba kullanmadığım gün bittiğim gündür” diyordu. Biz de ısrar etmiyorduk. En son 30 Ocak Perşembe araba kullandı, 31 Ocak Cuma beraberdik, çalıştık, sevdiği pastayı bile yedik. 7 Şubat Cuma ise bize veda etti…
Gideceğini hissetmişti. Hani film izleriz ve abartı buluruz ya. O sahneleri birebir yaşadık, ailece… Gerçekten hissetmişti.
Bir anda kötüleşti. Tek günde. Aslında kendisi hissediyormuş da bize göstermiyormuş. Öyle dimdik duruyormuş ki, düşmemek için son ana kadar mücadele etmiş. Zaten birden oldu işte. Birden… İnanamayacağımız kadar hızlı.
Salı sabahından Cuma sabahı 4.10’a kadar olanlar film gibi… Çok özele girmek istemiyorum da şu kadarını söyleyebilirim, hepimizle tek tek vedalaştı. Tek tek… Aslında bu süreç boyunca içime içime ağlıyordum ancak söylediklerinden sonra kendimi odadan değil, hastaneden dışarı attım. Belki de bir insanın duyabileceği en güzel sözlerdi ama canım acıyordu. Karşılıklı konuştuk, birbirimize teşekkür ettik. O sırada ağlamamak öyle zor ki… Gerek kalabalıkta gerek yalnızken içindeki her şeyi söyledi. Herkese hem de… Ki çok zor konuşuyordu. Artık bittiğini söylüyordu, gitmesi gerektiğini anlatıyordu, bizden izin istiyordu. Başında durup “dayan” demek ona sadece acı verecekti de insanın dili başka bir şey demeye varmıyor işte. Sustum. Elini okşadım. Aylardır tedavi aldığı için öpemiyorduk, elini öptüm. Bir kez daha “seni çok seviyorum” dedim. Ben değil, herkes yaptı bunu. Bütün aile. Tek tek… O söyledi, biz söyledik…
Bir gün belki bir gün o cümleleri yazarım da şu anda yazamıyorum. Hem çok özel hem de kalbim kaldırmıyor. Göğüs kafesim yanıyor. Uyuyorum, sabah uyandığımda ağlarken buluyorum kendimi. Belki de ilk kez duygularımı tam olarak tarif edemiyorum. Okurken sevmiyorum yazdıklarımı, yeterli bulmuyorum.
Şu kadarını söyleyebilirim: Hepimizi hazırladı. Sadece söyledikleri değildi film gibi olan… Amerikan filmlerinde ve dizilerinde izlediğimiz acil müdahale anları, o sırada odadan uzaklaştırılan biz, imzalatılan kâğıtlar, hastanın herkesin önünden götürülmesi ve yakınlarının koşarak takip etmesi, yapacak bir şey olmadığını öğrenince verdiğimiz tepki, konuşmadan sadece bakışarak ağlamamız, bir telefonla İstanbul’un farklı noktalarından koşup 10 dakikada toplanmamız, son kez görme çabamız…
Anneme söylemek çok zordu. Sabah 4.20’de telefon çaldığında ne olduğunu biliyordum aslında. Abimdi arayan. Beni aldı ve annemlere gittik. Bana söyler misiniz bir insan annesine kardeşinin gittiğini nasıl anlatır? Annemin abimle beni kapıda görünce bakışı, ellerini duymak istemiyorum der gibi kulaklarına kapatışı, koridorda geri geri odaya kaçmaya çalışması. Bizim o sırada sakin kalmak için verdiğimiz mücadele. Şekeri çıkacak korkumuz. Babamın uyanması ve duvara yaslanıp hıçkırmaya başlaması. Diğer dayımın odadan fırlaması ve dakikalarca kıpırdamadan durması. Bir diğer evde kuzenimin diğer dayımı uyandıramaması, kapısında beklemesi. Birbirimizi aramaya korkmamız…
Anlatamıyorum. Yazarken yaşıyorum tekrar tekrar, fakat anlatamıyorum.
Okurken ne de ruhsuz görünüyor. 6 Şubat gecesi 02.00’a kadar hastanenin birinci katında olan biz 17 kişi ve çalışanlar şahit buna. Yazarken bazı duyguları aktaramamak çok kötü. Şu an zaten gözyaşlarından harfler birbirine karışmaya başladı.
Her zaman imkânsızı olduran dayım, bu kez olduramadı. Olduramadık. Yapamadık. Elimizden gelen her şeyi yaptık, başaramadık. Kurtaramadık. Her bir adım iyi gelecek sandık, olmadı işte… Yapabildiğimiz şey ne oldu? Sevgimizi sonuna kadar hissettirmek. O duyduğum son sözler var ya ömür boyu yeter bana. Bir insanın bunları duyması çok gurur verici. Fakat… Keşke gitmeseydi de şimdi duymasaydım. Keşke daha çok beraber olsaydı. Biliyorum acıları dindi ama keşke birbirimizi “yüzlerce kişi uğurladı ne kadar çok seveni varmış diye avutmasaydık.”
Kaç gündür ağlarken daha fazla ne yapabilirdik diye düşünüyorum. Bir şey bulamıyorum. Size de tek bir şey söylemek istiyorum. Ailenize değer verin. Sıkı sıkı sarılın. Gittiklerinde çok üzülüyorsunuz ancak üzüntünüze pişmanlık karışmıyor. “Keşke”lerle değil, “iyi ki”lerle anıyorsunuz. Ben dayımı hep öyle anacağım. Onun da neler düşündüğünü biliyorum. Tek avuntum bu.
Seni çok seviyorum dayıcım. Gittiğin yerde mutlu ol. Huzur içinde uyu. Bu dünyada yapamadıklarını gerçekleştir. Biz iyi olacağız elbet. Her geçen gün seni daha çok özleyeceğiz, seni çok arayacağız.
Bu dünyadan öyle bir Edip Sönmez geçti ki, yaşarken gösterdiği farkı giderken de bire bir uyguladı. Öyle bir altı gün yaşattı ki hepimize çok şey öğretti… Kendi gibi yaşadı, kendi gibi gitti…
Edip Sönmez
27.05.1958 – 07.02.2020
YORUMLAR