Buna bakmamak delilik

Kitaplar, masallar, derken rutinde uyku öncesi son aşama: “Hadi sohbet edelim anne.”


En çok bu gün sonu sohbetlerimizi seviyorum. Neler en güzeldi o gün, ne iz bıraktı? Hayalerimiz ne? Yarına umudumuz ne?


Meğer sohbet konusu hazırmış.


- Anne ben buyuyup kocaman bir adam olacağım.

- Hıhı, evet bebeğim.

- Sen çok sevineceksin ben özgür oldukça. İstediğim her yere gideceğim anne, uzaya gideceğim ben. Hem de uzüleceksin değil mi anne? Küçücük, benim gibi tatlı bir yavrun olmayacak artık. Hem sevineceksin, hem üzüleceksin.

- Evet hıhı.


Gülümsüyorum, gözlerim doluyor, nasıl da senden duyduklarını sentezleyip olmadık anda sana söyleyiveriyorlar…


- Şey, bir de ben o zaman yaşlı bir kadın olacağım. Şu anda hala gencim. Hemen gelsin istemiyorum o günler…

- Evet, sonra sen öleceksin.


Dan diye diyor. Korkuyla ya da iyi bir şeymiş gibi değil, olduğu gibi, öylece diyor. Nötr. Çok sade.


O anda bana da dank ediyor. Bana sürekli öleceğimi hatırlatacak. Varlığı ve büyümesiyle zaten hep hatırlattı da, şimdi kelimeleri de işin içine girecek. Zaten her sabaha böyle başlamıyor, gün içinde domates soyan ellerimin toprakta çözüleceğini hayal etmiyor muydum? Yine de bu şekilde rahat söylemesi bir değişik geliyor. Almadığım gibi bir anneliği, benim uzantım olmayan bu insanın çocukluğuna verirken başıma ara ara gelen şeylerden biri bu anlar. Hiç bana benzemiyor. Gerçi ben de artık bana benzemiyorum ki… Zihnimden böyle şeyler geçerken devam ediyorum:


- Evet ben öleceğim, inşallah sen bunu göreceksin.

- Ben üzülmeyeceğim anne.

- Ya bana sarılmayı özlemez misin?

- Özlerim ama o zamana büyüdüğüm için idare ederim. Büyümüş çocuklar annelerinden uzak kalabilir… Sevgilim çocuklar doğuracak, ben onlara sarılırım.

- Ahaha, bu harika bir fikir!

- Ama şimdi daha çocuğum… Büyüdüm ama o kadar da buyumedim dimi anne…Sarılalım mı anne? Ama sonra rahatsız oluyorum sıkışmayı sevmiyorum, sarıl sonra bırak anne.


Sarılıyorum, bu senaryoların böyle işlemeyecebileceğini hatırlayarak yanımda uzanan masumiyetin huzurunda dua ediyorum.

Sarıl o zaman sımsıkı Sema. Ama bırak dedi, fazla sıkma. Kokla saçlarından, bekle uykuya geçişini karanlıkta, sonlu geceler bunlar…


Ah, öyle geçici ki her şey. Öyle geçiciyiz ki! Buna bakmamak delilik.


Her büyüme eşiği geride kaldığında evlatlarımız gözümüzün önünde ölüyor ve oradan yeni bir hayat doğuyor. Sonra tekrar. Bir çocukla yakın yaşayıp hayat-ölüm-hayat doğasını görmemek düpedüz körlük.


Yedi ya da sekiz yaşında olmalıyım yaşadığım bir cenazede tam olarak bu şekilde bu cümleleri içimden sarfettiğimi hatırlıyorum. “Yahu siz deli misiniz?”


“Cenaze ritüelleri, tüm o dualar, yeme-içme fasılları bitince eve dönüp aynı saçma hayatı tekrar nasıl yaşıyorsunuz, bu delilik!” diye tüm yetişkinleri sarsasım gelmişti. Susmuştum, sonra Clarissa’ dan öğrendim, aslında susturulmuştum. Bildiklerimizi bilmememiz, gördüklerimizi görmememiz, rasyonel beynin almadığı her konuda susmamız gerektiğini öğrenerek büyüdük, hepimiz.


Şimdi sesimi geri almaktayım, şükür. Sesimde ölüm de var, hayat olduğu kadar.


Evimde, odamda, yatağımda, ilişkilerimde, gecemde, gündüzümde ölüm var.

Hepsinde hayat var, canlılık, tazelik var.


Hayat dolu bir insan, ölüm dolu bir insandır.


Bu yazı çocukluğuna eşlik etmekten sevinç duyduğum o adamdan, artık bana benzemeyen benden, bizden ve belki bizim ötemizden.


En insan halimizden.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.