Çocuk kitapları ve masallar

Küçük Prens, Küçük Kara Balık, Martı Jonathon Livingston her daim en sevdiğim kitaplar arasındaydı. Ancak çocuk kitaplarının hayatıma ciddi anlamda nüfuz etmesi oğlumun doğumundan sonrasına rastlıyor. "Michael Bond gibi yeryüzündeki mucizelerin kaostan daha güçlü olduğuna inanmaya ihtiyaç duyduğum" zamanlar da artık çoğunlukla "iyi" çocuk kitaplarına sığınıyorum ve çocuk kitaplarının hayatıma ne kadar çok şey kattığını fark ediyorum şimdilerde.


Ancak bir süre önce konuyla ilgili aklıma yine bazı sorular takıldı. Genel anlamda hayatımda ki yoğunluğu değişse de kitap okumayı çok seviyor ve bana gerçekten iyi geldiğini düşünüyorum. Fakat oğlum kitap okumayı gerçekten seviyor mu yoksa ben bana iyi gelen bu eylemin ona da iyi geleceğini düşünerek, onu kitap okumaya yöneltmiş olabilir miyim? Yani bir şeyin bize iyi geliyor olması başkasına da iyi gelebileceği anlamına mı geliyor?


Zorlama ve dayatma; davranış ya da eylem genel kabulde; "olumlu" ya da "iyi" olarak nitelendiriliyorsa; zorlama ve dayatma olarak algılanmıyordu. Örneğin kitap okumak gibi "olumlu" ya da "iyi" olarak nitelendirdiğimiz bir alışkanlığın çocuklara kazandırılmaya çalışılması hatta dayatılmasından neredeyse hiçbir yetişkin rahatsızlık duymuyordu.


Yine kitaplar söz konusu olduğunda bir diğer mesele de nitelikten ziyade niceliğin ön planda olmasıydı. Yetişkinler kendi dünyalarında hâkim olan bu durumu çocukların dünyalarına da taşımışlardı. Bu durumda sosyal medyanın da büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Yani çocuğun okuduğu kitabın içeriği ve kitabı içselleştirmesinden ziyade ne kadar çok kitap okuduğu daha önemliydi.


Ve bir diğer mesele; çocuk kitaplarının içerikleri. Çocuk kitaplarının içerikleri benim en fazla hassasiyet gösterdiğim konulardan birisiydi. Ancak şimdilerde belki oğlumun biraz daha büyümüş olmasının etkisiyle ya da bakış açımdaki değişim sebebiyle çok etik kitaplardan ziyade gerçekçi hikâyeleri daha fazla dâhil etmeye çalışıyorum hayatımıza.


Çocuklar ve kitaplar söz konusu olduğunda gözlemlediğim ilk şeylerden birisi de yetişkinlerin bilgi sunma ve öğretme kaygısı. Çocukların kitapları sevmelerini istiyorsak belki de bilgiyi göz ardı ederek, eğlenmelerini sağlayan içeriklerle başlayabiliriz işe.


Masallar...


Masalların ve mitlerin en eski, hiç dokunulmamış temiz bilgiler olduğu ve bilinçdışından geldiği söylenir. Ve masalların özünü yitirmemiş bu haliyle bizi kendimize ulaştıracağı…


Birde Anti Masal ve Karşı Masal olarak adlandırılan yeni bir masal anlayışı var. Bu anlayışa göre ise geleneksel masallar, baskın ideolojinin gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla kurgulanmıştır ve dolayısıyla mitsel ögelerden ve alt metinlerinden arındırılmalıdır.


Geçtiğimiz günlerde çevirisini Özgür Ertana’nın, çeviri editörlüğünü ise Berin Orhan’ın yaptığı Gölgeyle Buluşma kitabını henüz okumaya başlamışken; masallara dair ilk görüşü destekler nitelikte şu satırlara rastladım: "Günümüzde medya ve müzik arenalarının sansür savaşında karanlığın sesini boğanlar, onun acilen işitilme ihtiyacını anlamıyor olabilirler. Sansürcülerin, çocukları koruma çabasıyla yeni baştan yazdıkları 'Kırmızı Başlıklı Kurt' masalında kurt artık çocukları yemiyor ve çocuklar karşılaşacakları kötülükle yüzleşmek için hazırlıksız bırakılıyor."


Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.