İnanç bükücü
- Anne, Eda bana "Sen artık abla oldun, büyüdün. Ablalar ağlamaz. Ağlayamazsın" dedi.
- Öyle mi? Çok değişik bir düşünce. Gerçekten, düşündüm de ben onun ağladığını pek görmedim. Üzüldüğü zaman ne yapıyor peki?
- Susuyor ama hiç keyfi olmuyor. Oynamıyor ya da her şeye kızmaya başlıyor.
- Hımm. Ağlamaması gerektiğine dair inancı onu zorluyor gibi geldi bana anlattıklarından. Peki, sen ne hissediyorsun bu inançla ilgili?
- Ben yapamam anne. Üzülünce ağlamamı durduramam. O zaman çok daha çok üzülürüm.
- Sana ağlama desem, seni anladığımı ve sana olan sevgimi hissedebilir misin?
- Hayır.
- Peki ya bana inanır ve sana sevgiyi, anlayış ve kabulü hissettirmeyen, ne hissettiğine merak duymayan bu düşünceye inanırsan ne olur?
- Ağlayamam ve çok üzülürüm.
- Ben de öyle olurdum sanırım. Hatta benzer şeylere inandığım zamanlar oldu.
- Ağlayamadın mı hiç?
- Önce evet. Ama sonra dayanamadım ve patladım. Bir kere ağlayınca da bana çok iyi geldiğini anladım ve o düşünceye inanmaktan vazgeçtim. O inancımı büktüm.
- Ne yaptın, ne yaptın?
- Bak sana ne anlatacağım. Ben sen doğduğundan beri çok değiştim ve kendime bir isim verdim. Artık ben bir inanç bükücüyüm dedim.
- İnanç bükücü mü?
- Eveet. İçimde bana sevgi, kabul, anlayış, barış hissettirmeyen, "İlla şöyle yapmalısın, böyle demelisin, hayat şöyledir, bir şey böyledir" diye kesin kesin konuşan inançlarıma ve düşüncelerime sorular sordum. "Bu senin söylediğin tek doğru mu? Başka insanların başka doğruları, tecrübeleri olabilir mi? Bu bana ne hissettiriyor? Beni sınırlıyor mu?" gibi gibi bir sürü soru. Ve işte sonra o inançlar tek tek büküldü. Bazısı yok oldu, bazısı esnedi bir lastik gibi ve çok daha fazla şeyi içine alır oldu. Bazısı da yepyeni oldu. Ve ben değiştim çünkü seçimlerim değişti. İnançlarım seçimlerimi belirleyen şeydir. Bu yüzden her şey değişti.
- Ama sen bir kere arkadaşına demiştin ki "Sen değişirsen dünya değişir." O nasıl oluyor o zaman sadece sen değiştiysen?
- Bizim inançlarımız var ya, bunlar insanların, mesela şu dağların oradaki köyün üzerinde koyu renkli bir inanç bulutu oluşturur. Çünkü genelde çok ortaktır. "Erkekler mavi, kızlar pembe giyer, kardeşi olunca abla/abi olan ağlamaz; kaydırak, tırmanmak için değil, kaymak içindir, bilmem ne yemezsen büyüyemezsin; koşma, terlersin" gibi şeyler o bulutta bulunur. Sonra bir çocuk çıkar "Ama?" der, "Ben renklerin hepsini seviyorum. Ayrıca bizim köyde Elif var, yeşili seviyor ve bir kız. Hem o araba ile de oynuyor. O zaman kızların pembeyi sevdiği tek bir doğru olamaz!"
Ve işte o anda o koca kara bulutta bir delik açılır. Rengarenk ışıklar süzülür o delikten içeri. Bunu yapanın, inancını bükenin tek bir kişi olması önemli değildir çünkü artık o delikten içeri ışık girmektedir. Bu göğe bakma, o buluta bakma cesareti gösteren herkesin görebileceği bir yerdedir. Kimse göğe bakmasa bile senin çevrene ışık düşürmektedir. O ışık zamanla senin çevreni ve sonra senin etrafındaki ışıktan etkilenerek kendi inancını bükenlerin etrafındakileri etkiler ve dünya değişmeye başlar. Bu yüzden kimsenin kimseyi çekiştirmesi, zorlaması gerekmez.
Herkesin bir zamanı vardır. Soru sorma zamanı ve bu zaman ne çok erken ne de çok geçtir. Aynı, senin okumayı öğrenme sürecin gibi kendine özgüdür. Kimsenin bulunduğu yer, daha iyi ya da daha kötü değildir. Herkesin iyi ya da kötü hissettiği yer kendi hikâyesine göredir. Eda pembe giyerek iyi olabilir. Sen de giymeyerek. İnanç bükmek en çok şifa ve farklılıklara yer açmakla ilgilidir.
O bulut bir kere delindi mi, o delikten içeri giren ışığı gören her insan yeni bir delik açmaya başlar. Farklılıklar çoğalır. Bir zaman gelir (bu zaman, uzun bir zaman da olabilir), bulutta o kadar delik açılır ki, bulut dağılıverir ve herkes kendini ve ötekini kabul içinde, farklılıkları kabul eden davranışlarla yaşar.
Bazen de bulutlar kat kat olur. Önce bir katman dağılır, sonra arkasında dağılacak yeni bir bulut katmanı bulunur. İnanç bükücüler keyifle kendi hikâyeleri üzerinde çalışmaya devam ederler. İşte babanla ben sen doğduğundan beri bu işi seve seve ve neşe ile yapıyoruz.
Hani ben sana "Senin hikayen, hepimizin hikayeleri çok çok önemli dünya için" demiştim. Tek bir insanın şifalanması, iyileşmesi, inançlarını bükme hikayesi o koca bulutta bir delik açtığı, o delikten sızan ışıktan o kişiyle beraber bir sürü insan ve hatta yerküre şifalandığı, beslendiği için önemlidir. Bir kişinin hikayesi dünyayı iyileştirir ve değiştirir.
Hepimiz aynı bir orman gibiyiz. Her birimiz ormanda yaşayan, birbirinden farklı ama birlikte ormanı, bütünü oluşturan varlıklarız. Hani seninle öğrenmiştik beraber ormanın nasıl birlikte hareket ettiğini ve farklılık, çeşitlilikle beslenen bir ekosistem oluşturduğunu... Her bir varlık, canlı ya da cansız, ne kadar da önemliydi.
Hepimizin bu güzel, büyüleyici bütüne, topluluğumuza, yerküreyye ve evrene vereceği, sadece ona özel bir armağanı var ve o da kendi hikâyesinde saklıdır. Kendi şifa ve öğrenme yolculuğunda...
- Ollleeey!! Ben de inanç bükücü olucam. Ben de renk renk ışıklarla bulut dağıtacağım!
- Yaşasın!! Demek birlikte yapacağız. Çok eğlenceli olacak, çok!! Duyduğumuz, gördüğümüz her şeye merak duymak ve soru sormak çok eğlenceli olacak!!
Not: Bu yazıda kızımla 3 farklı tarihte birbirine bağlantılı olarak -aynı bulut hikâyesine eklenerek- yaptığımız konuşmaları derleyip tek bir metin haline getirdim. Kızımın sorularını ve tepkilerinin bazılarını metni mümkün olduğunca kısa tutmak i çin çıkarsam da, yazdığım kısımlarını aynen korudum. Değişiklik yapmadım. Kendi konuştuğum kısımları ise birleştirip uzattım. Umarım keyifli bir okuma olmuştur. Mutlu bir gün olsun. Sevgiler.
YORUMLAR