Sen olmaktan vazgeçme
Yirmili yaşlarda ilişkiler konusunda, daha doğrusu bir ilişkide yapılması ve yapılmaması gerekenlerle ilgili ileri derecede net olan ben, kırklı yaşlara geldiğimde ayvayı yedim. Her şey arapsaçına dönüştü. Doğrularım doğru değilmiş gibi gözükmeye başlarken, bana yanlış gelenleri de sırayla yapmaya başladım.
Bir akşam çok sevgili arkadaşım Lalin aldı beni karşısına, “Ya sen on altı yaşında daha akıllı, daha kararlı ve daha nettin. Ne oldu sana?” şeklinde bir konuşma yaptı. Aşırı sinir edici olmakla beraber fazlasıyla doğru söylüyordu.
Evet kafam aşırı karışmıştı. Mantığım ve kalbim sabahtan akşama kadar kavga eder hale gelmişti. Mantığım “Hadi artık git, allah aşkına git” derken kalbim “Ama seviyorum” diyordu. Kazanan da sürekli kalbim oluyordu.
Kalbim kazanıyordu kazanmasına da bir türlü huzur vermiyordu mantığımın sesi. Ne yapsam susturamıyordum onu. Arada bir susacak gibi olduğunda mutlaka yeni bir şey oluyordu onu dillendirecek.
“Neden bu kadar huzursuzum?” diye düşünmeye başladım. Karşı taraf en başından beri aynı tavrı sergiliyordu. Son derece tutarlıydı aslında. Çırpınan, çırpındıkça daha da batan bendim.
Neydi tam olarak beni delirten? Uzunca bir zaman kafa yorduktan sonra buldum. Bu ilişkide ve hayatımda ilk kez ben ben gibi davranmıyordum. Hiç beğenmediğim ve saygı duymadığım biri gibi davranmaya başlamıştım. Doğrularımı hasıraltı etmiş, bir başkasının buyurduğu doğruları hayata geçiriyordum. İstemediğim bir ilişki biçimine ilişkiyi kaybetmemek için razı olmuştum. Hayatta en sevmediğim hal razı olma haliyken. Arada bir sesimi çıkaracak gibi oluyordum ama sesim yüksek çıkmıyordu. Haliyle karşı tarafta da “söylenir söylenir oturur” hissi uyandırıyordum. Ya da “gider gider gelir.”
Dışına çıkmayı başardığımda gördüğüm resim berbattı. Kendim olmaktan vazgeçmiş, başkasının otoritesi altına girmiş, kendine olan saygısını kaybetmek üzere olan bir adet Yasemin.
“Kafan çok karıştığında, ne yapacağını bilemediğinde özüne dön.” Eski patronumun lafıdır. O kadar doğru ki! Oldukça yorucu geçen bir yılın sonunda bir akşamüstü “Sen ne yapıyorsun kendine?” sorusunu sormak suretiyle kendime geldim. Kaçınılmaz son da haliyle beraberinde geldi.
Her tatsız biten tecrübe önemli bir ders aslında. Böyle bakınca bir parça rahatlıyor insan. Ne olursa olsun “önce ben” demek gerekiyormuş. Karşı tarafı anlamak, onun sıkıntılarıyla empati kurmak önemli ama kendini yok sayacak kadar önemli değil. Varsın sana “egosu amma yüksek” desinler. Başkasının egosu altında ezilmekten bin kat iyidir.
YORUMLAR