Sonbaharlarımız farklı dostum!
Sonbahar geldi mi Söğüt’e gidip denizde yüzerken gün batımını izlemeliyiz demişti arkadaşım. Sıcakların sevimsizleştirdiği yaz akşamlarında en sevdiğimiz sohbetlerden biri sonbahar hayalleri biriktirmek üzerineydi. Zira güz, sevimsiz kalabalıkların, cayır cayır yanan bir havanın ardından gelen, pofuduk bulutlarla, usul usul esen rüzgarla, dümdüz ve masmavi bir denizle, melisa ve yasemin kokularıyla süslü bir armağan gibi.
Coğrafya güney Ege oldu mu ben Eylül’e pek sonbahar demem derken son çeyreğinde muhteşem sonbahar yağmurlarıyla uğurladık kendisini. Ben mi daha çok sevindim bu duruma, yoksa bu ilk yağmurlarla daha da bir tatlanan zeytinler mi bilmiyorum. Eh yavaştan yavaştan da başlıyor artık zeytin hasadı. Önümüzdeki haftalardan neredeyse Kasım sonuna kadar olan sürede buralardan kimi sorsan “zeytine gitti” karşılığını alacaksın. Koca bir sene nasıl geçiyor derseniz, “zeytine gitti” ile “badem kırıyor” arasına bir çizgi çeker, “çağlada”yı da aralarına sıkıştırırım. Hayatımın en muhteşem döngüsü...
Zeytin demişken… Hani deseniz ki ölmeden önce yapılması gereken bilmem kaç şey zırvalıklarıyla dolu listelere kendi adına ne yazarsın, bir zeytin hasadında zeytin fabrikası olan bir köyde birkaç günlüğüne ister dikilip bir ağaç olun, ister yere serilip çimen olun ama mutlaka bir şey olun diye yazardım. O dönemlerde köylere ne zaman yolum düşse peşime takılan zeytinyağı kokusundan mest oluyorum. Bu sene ilk kez zeytinleri toplatıp kendi yağımızı da kendimiz fabrikada sıktırtacağız ki bakalım nasıl olacak? Her sene yeni bir şeyler daha öğrenerek adımlıyorum zamanı. Bitmeyen öğrencilik… En güzeli.
Ve şimdi bir sonbahar yazısını kendime bir güz falı bakarak tamamlayacağım. Kocaman meyveli bir pasta üzerinde yanıp sönen mumlar görüyorum. Takvimin bu yaprağına düşüyor yeni bir yaş başlangıcı zira. Ve sonra kısa kısa yollar gözüküyor falımda. Ucunda, Söğüt’te bir günbatımını denizde yüzerken izleyeceğimin, Azmak Nehri’de ördeklerle yüzeceğimin, Fethiye’de gün batımına kadeh kaldıracağımın gözüktüğü kısa yollar…
Falda gördüğüm balıkları, ufak ufak kısmetlerim olacağından çok, kalabalıkların şehre dönmesinin ardından yeniden birlikte yüzmeye başladığımız balıklar olarak yorumlamayı tercih edeceğim. Yaşadığım kasabanın en çok kadın balıkçılarını seviyorum. Akşamüstü oltalarını alıp kıyıda kendine bir yer kapan o dingin kadınların civarındaki banklardan birine kurulup kâh kitabıma gömülmek, kâh onları izlemek en büyük keyiflerimden biri. Fal diyor ki keyfe devam…
Haneye girmek üzere olan bazı yükler de görüyorum. Tüm sonbahar boyu bana eşlik etmeleri için sipariş edilmiş güz kitaplarım olması kuvvetle muhtemel. Ha bugün ha yarın haneye giriş yaparlar. İçlerinde üç tanesi var ki okumak için sabırsızlanıyorum. Forrest Carter “Küçük Ağacın Eğitimi”, Aleksandros Papadiamantis “Hadula”, Bernardo Atxaga “Akordeoncunun Oğlu”. Küçük Ağacın Eğitimi, okunduktan sonra toprağı çok seven, üretken, pırıl pırıl gencecik bir okura hediye edilecek.
Sonbahar falında görünen yakın gelecek bundan ibaret ama ne güzeldir ki hayat sürprizlerle de dolu. Her biri güzelliklerle gelsin diyelim.
Sosyal medyadan takip ettiğim dünyanın çok farklı yerlerinde yaşayan bazı isimler var. Paylaşımları çoğunlukla yaşadıkları coğrafyaların döngüleri üzerine. Her gün bir yarım saatimi onların paylaştıkları fotoğraflara bakarak ve yorumlarını okuyarak harcıyorum. Dünya bu haliyle inanılmaz güzel görünüyor gözüme. İskoçya kırsalının muazzam yeşili, sarısı, turuncusunda bisiklet sürenleri, Kanada-Alberta’da kazaklara, botlara geçiş yapmış insanların güz akşamüstlerinde yapmış oldukları piknikleri izlemek hoşuma gidiyor. Sonbaharlarımız nasıl da birbirinden farklı diye geçiyor içimden. Farklı ama hep güzel…
YORUMLAR