Cebinde parası olan her insan bir güçtür!
Zamanın insanı yormadan usul usul aktığı yerlerde saatler de, günler de şaşıyor bazen. Bir iş güç başında değilsen, dünyevi meselelerle çok ilgin yoksa sana hangi günde olduğunu, sabahın erken bir saatinde sokağından geçen pazar arabalarının tekerlek sesleri söyler.
Her evin kapıya en yakın yerinde duran pazar arabasının en çok gezintiye çıktığı yerdir bizim kasaba. Biri sırf köylü dostların gelip tezgah açtığı olmak üzere haftada iki buçuk gün kurulu pazarımız vardır. Bu çağda bulunabilecek en taze, en yerel ürünlere ulaşır ama bence hepsinden daha güzeli satıcısı, alıcısı, komşusu, çaycısı tüm kasaba muhabbete durursun. Bir gün olsun pazardan alacağımı alıp çıkıp gittiğimi bilmem. Peynircisiyle ayrı, sebze meyveciyle ayrı sohbete durur, konu komşu bir sürü tanıdığı görür, ömürlük bağlar geliştirirsin. Bir sonraki hafta göremediğinde merak ettiğin, kızını, gelinini, torununu sorduğun, çocuğunun düğününe ne alacağını düşündüğün insanlara dönüşürler hayatında.
Tüm bu ilişkiler bir süre sonra çok kıymetli bir bilgiyi tecrübeyle edinmene sebep olur bir de. Gönül bağı, herkesin kazanması gerektiği bilgisini fısıldar sana. Böyle böyle her alacağını farklı tezgahlardan almaya başlarsın. Fasulyeni Fatma Nine’den alıyorsan, börülceni Elvan’dan alırsın. Hele de biraz olsun eli toprak gören, çapa bilen, domatesti, patlıcandı yetiştiren bir insansan toprakla uğraşmanın emeğine asla bedel biçemezsin.
Düzen, dev binalarda, alışveriş merkezlerinde, ucunu göremediğin koridorlarda bir el arabasını sürte sürte, hiç ihtiyacın olmayan bir sürü – üstelik de çoğu zehirli – ürünü almana sebep olurken hem cebine hem sağlığına geri dönülmeyecek zararlar veriyor aslında. Gözünü asla sahip olmadığı bir bollukla boyayarak zehirliyor insanı. Bir kere içine girdin mi çıkması kolay olmayan bir çark bu. Hayatını her anlamda daha doğal yaşayabilmek için ufak yerlere taşınan pek çok insanın bile hala birebir ulaşabileceği yerel üreticidense büyük marketlerden alışveriş ettiğini gördükçe şaşırıyorum. Herşeyi tek bir elden “kolayca” alabiliyor olmanın “konforu”yla ne çok şey ıskalanıyor.
Artık öyle bir dönemdeyiz ki yaşadığımız tüm kötülüklerden şikayet etmeden önce kendimizin yapabileceklerine bir bakmamız gerekiyor. Çaresizliğimiz en çok örgütsüzlükten yani “tek başıma ben ne yapabilirim ki” duygusunda besleniyor. Halbuki bir insanın bile başarabileceği ne çok şey var. Herkesin lafta kendine göre bir tanrıya ama hakikatte sadece paraya taptığı dünya düzeninde, sokağa az ya da çok alışveriş için çıkan her insan bir güç aslında. Parasını nereye ve ne şekilde harcaması gerektiğini iyi yönetebildiği sürece bu gücüyle çok şeyler yapabilir.
Artık metropolde yaşayan insanların bile yerel üreticiye ulaşmak zor değil. Ege’de, Akdeniz’de (başka yerlerde de vardır belki, ben bildiğim için bu bölgeleri yazıyorum) pek çok köyün kurduğu kooperatifler var, birinci elden kendi ürettikleri ürünleri satıyorlar. Onların desteğe ne kadar ihtiyacı varsa suni ve bandrollü ürünlerle zehirlenen insanların da o kadar var. Bu düzenin çarklarını terse döndürmek ancak cebinde parası olan insanın o parayı nereye harcayacağına karar vermesiyle olur; ihtiyacı olan kadarını almasıyla, fazlasını paylaşmasıyla, kendi üretebilmenin yollarını aramasıyla olur. Bugün bir kişinin yaptığını yarın yüz kişi yapmaya başlasa ne çok şeyin değişebileceğini basit bir matematik hesabı bile kanıtlamaya yeter.
Yürüyebildiğin yere yürü, bisiklete bin, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyorsun.
Yenisini almayı düşünmeden önce onarmayı, takas etmeyi, dönüştürmeyi düşün.
İhtiyacın kadar satın al. Fazlasını hep paylaş.
Yerel üreticiye ulaş, yerel pazarlara git.
Mümkün olduğunca yoğurdunu, ekmeğini kendin yap, yapamıyorsan yapan küçük işletmelerden al.
Cebinde az ya da çok parası olan her insan bir güçtür
YORUMLAR