Atmak ya da atmamak üzerine
Taşınmak ya da çok detaylı temizlik yapmak kesinlikle hafiflemek için birebir. Resmen insan evinin ödemini atıyor. Şimdiye kadar hayatımda ortalama altı, yedi senede bir taşındım denebilir ve her seferinde gereksiz saklanmış, biriktirilmiş, kimisinin de manevi yükleri ağır pek çok eşyadan kurtulmuşumdur.
Artık ömrümün sonuna kadar yaşamak istediğim evi bulduğumu düşündüğümden ara ara o temizliğin bir atma operasyonuna dönüşmesi gerekiyor. Misal üç koca yıl boyunca manasızcasına depolayan, saklayan, üst üste koyan bir insansam, tek bir günde şahane bir ‘atıcı’ya dönüşebiliyorum. Yine böyle oldu. Mükemmel bir şekilde ‘attım’! Ve atarken şunu düşündüm: İnsan psikolojisi, karakteri, geçmişi hakkında bu kadar fikir veren kaç eylem olabilir ki?
Biriktirmek nasıl bir yara bandıysa hiç eşya tutmamak da öyle aslında. Evet, ikisinin de yaralarla ilgili olduğuna çok eminim gibi. Artık ihtiyacı olmayan hiçbir eşyayı neden tutar insan? Muhtemelen manevi bir bağı olduğu, geçmişle bağ kurduğu, sevdiği için.
Anneannem geliyor gözümün önüne. Neredeyse son otuz yılında hunharca biriktiren, eşyayı eşya üstüne koyan, en sonunda evinin bir odası kapı açıldığında her şey üstüne yıkılacakmışçasına dolmuş olan, mutfağındaki yüz ellinci tavayı atmaya kalkanın üzerine hasta yatağından bir kaplan edasıyla atlamaya muktedir anneannem… Neden çılgınlarcasına biriktirdi peki bu kadın?
Hayatında kendi iradesiyle istediği - çocukları haricindeki - hiçbir şeye sahip olamadığı için ihtiyacı olmayan ne varsa topladı, yirminci tencere takımının taksidine girdi, otuz beş tane nevresim takımı depoladı, sınırlı bir ömürde sonsuz bir ömrün bile tüketemeyeceği çatalı, bıçağı, kabak oyucuyu, elbiseyi aldı ve hiçbirini kullanmadı. Her şeyi olsun istedi, ama her şeyin hep en kötüsünü kullandı. Gıcır gıcır onlarca tencere takımının içinde o hep gitti en eskisini, en kararmışını koydu tezgaha. Çünkü o en iyiler, bir gün gelecek olması ümit edilen ama hiçbir zaman gelmeyen o ‘güzel’ günlerde kullanılacaktı. Halbuki çok güzel gün geldi geçti, ama en güzel gün onun için aslında sadece gelmesi ümit edilendi.
Farklı olabilir miydi diyorum bazen. Aynı beden ve ruhta, farklı şeyler yaşasaydı şu an olduğundan farklı bir kadına dönüşebilir miydi peki anneannem? Bence evet. On sekiz yaşında ufacık bir kızken sevdiği genç subayla evlenmesine babasından rıza çıksaydı da bir sene sonra hiç sevmediği, bir ömür boyunca da hiç sevmeyeceği dedemle evlenmeseydi, muhtemelen böyle olmazdı. Başka şeyler olurdu ama böyle olmazdı. Yıllar sonra, ben on/on iki yaşlarındayken, kavuşamadığı için sevmekten hiç vazgeçmediği o adamın ölüm ilanını gazetede görüp de yüzünün aldığı şekli unutmadığım günden beri eminim bundan.
Velhasıl eşyalarla kurduğumuz bağların kendimizle kurduğumuz bağlarla ilintili olduğuna inanıyorum. Her ömür, her hikâye kendi gerçeğini yaratıyor. Kendime tuttuğum aynada da gördüğüm çok fazla şey var. Demem o ki aynalar mühim!
YORUMLAR