Masa da masaymış ha!
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Çok küçüktü mutfak tezgahı. Ondan sebep salondaki yemek masası da, balkondaki masa da çoğu zaman mutfaktakinden çok tezgah görevi görüyordu. Hem zaten evinin her yerini mutfak eylemeyi seven biriydi o. Pencere kenarındaki koltuğa oturup taze fasulye, barbun, bezelye ayıklamayı, patlıcan soymayı çok severdi. Her temizlikte koltuk altlarından, pervazlardan sebze parçaları toplaması da boşuna değildi haliyle.
Anneannesinden kalma antika ceviz masanın başına her geçişinde Cansever’in bu şiirinden birkaç satır söylerdi içinden hep. En çok da “pencere yanındaydı, gökyüzü yanında / uzandı masaya sonsuzu koydu” satırlarıydı dilinden geçen. Çünkü masa başında çalışırken de, mutfakta ocak başındayken de hep bir pencere yanında, gökyüzü bir uzanımlık mesafede dururdu. Baştan sona okuyabildiği yegane şiirdi bu. Sadece okuyabilmek mi? Baştan sona yaşadığı tek şiirdi.
Ailenin mutfak geleneğini sürdüren kadınlarının yedinci nesliydi kendisi. Dile kolay. Bir aile tarihi mutfakta yazıldı dese hiç abartı olmazdı. Büyük trajediler, kavgalar, sevdalar, dağılmalar, toparlanmalar, doğumlar ve ölümler görmüştü bu mutfak. Yedi nesillik bunca olayın ve başarılı bir mutfak macerasının içinde herşeyin küçülmeye geçtiği dönemin kendi zamanına denk gelmesini uzunca bir süre talihsizlik olarak gördü. Bir takım maddi sıkıntılardan ötürü son yıllarda işleri ufaltıp üretimi eve çekmek zorunda kalmıştı ya olsun. Hala aileden kalma geleneksel tariflerinin müdavimi pek çok insan dur durak bilmeden çalışmasına sebep olacak kadar iş çıkartıyorlardı ona.
Masaya getirdi beş kilo soğanı koydu. Karşı uçta iki saat önce ıslattığı bir kilo pirinç ve kuş üzümleri. Bu sefer bu masa belki de ömrünün en nadide buluşması için hazırlanıyor olacaktı yarın gece. Tam da Cansever’in şiirinde anlattığı gibi masayaömrünü koyacak, sonra da o ömrü sonlandıracaktı.
Mutfakta yapmayı en keyif aldığı şeyi yapacak, kısık ateşte soğanları bir güzel karamelize ederken üstüne dolmalık fıstıkları gönderecek, uzun uzun fokurdamalarını izleyecekti. Pirinçler, az şeker, kuş üzümü derken işte altın vuruş! Tarçın ve yenibahar bu karışımla buluştu mu çıkan kokuda ailesindeki bütün kadınlar vardı. Çocukken ailede sarıldığı tüm kadınlar tarçınlı yenibaharlı dolma harcı kokardı. Altını kapadıktan sonra üzerine bolca nane boca edecek ve en son biraz çiğ zeytinyağı gezdirecekti. Aile mutfağında öğrendiği en kıymetli lezzet sırrıydı bu. Zeytinyağlıları az yağda pişirip üzerine daha sıcak sıcakken çiğ zeytinyağı gezdirmek… Yemeğin sıcacıkken emdiği mis gibi yanmamış zeytinyağının lezzeti, her lokmada mest ederdi yiyenleri.
Sofranın en özel geleneksel yemeğini masaya bıraktıktan sonra sıra veda konuşmasını hazırlamaya gelecekti. Ölümün korkmaması gereken bir şey olduğunu anlayalı çok olmamıştı. Anladığı günden beriyse en kıymetli farkındalığıydı. Yeni doğumlar, başlangıçlar olabilmesi için ölmesi gereken şeyler vardı. Bir ömre birkaç ömür de sığabilirdi. Vedalaşması gereken bir masa, tonlarca ağırlığında anı, kucaklayarak ayrılacağı dostlar, kardeşler… Boğazındaki düğüm gözyaşına dönüşmesin diye heyecanını hemen gözünün önüne koymuştu. Bavulunu… Hiç bilmediği ve tanımadığı bir yerin sokaklarında turist olarak yaşayacak, hikayesiz katılacaktı yeni insanlarının arasına. Dilediğini anlatacaktı geçmişten. Ölümden korkmayı değil, doğmanın heyecanında kalmayı seçecekti.
Ps: Belki çok az benim ama aslında kimsenin olmayan bir hikaye bu.
YORUMLAR