Asıl mesele insan
Yıllar evvel sinema yazarlığı üzerine aşık olarak girdiğim ilk işim hayatı kabusa çeviren insanlar yüzünden karabasana dönünce anlamıştım, asıl mesele insan. Kişinin yaptığı işi sevmesi çok önemli ama birlikte çalıştığı insanları sevmesi daha önemli. İnsan denen varlık öyle bir yetiye sahip ki seni sevdiğin herşeyden soğutabilir de, sevmediğin pek çok şeyi gönlüne koyabilir de.
Yıllar sonra yeniden mutfaktayım. Yarı zamanlı da olsa çok sevdiğim bir arkadaşıma yardım ediyor olmanın dışında gerçekten profesyonel bir mutfakta olmayı özlemişim. Aslında bu eksik bir cümle. Ben mutfakta olmayı hep sevdim. Bezdiren tarafı yine insandı, sevdiren tarafı da yine o. Gülmeyi bilen, hayatı tiye alabilen, sinirlense bile asla kapanmayacak yaralar açmayan insanlarla birlikte mutfakta çalışmayı özlemişim. Doğru ve gerçek cümle bu.Çünkü ben sadece mutfaklarda değil yaşamın her alanında hayatı zorlaştırmayan insanlarla bir arada olmayı sevdim. Kim sevmez ki demeyin. Öyle çoklarını gördüm ki.
2010 yılında yayıncılıktan vazgeçip mutfaklara adım attığım günler… Eğitim sonrası staja gideceğim kurumun tanıtım toplantısında mekanın işletmecisi beni bir kenara çekip staj yapacağım şubede servis personeli dahil hiç kadın eleman çalışmadığını, bu konuda herhangi bir sıkıntı yaşamamam için gerekli uyarıların yapıldığını, ama yine de bir sorun yaşayacak olursam hiç çekinmeden kendisine gidebileceğimi söylemişti. Profesyonel mutfakların kadınlar için ne kadar zorlu yerler olduğunu bildiğimden uyarısının sebeplerini anlasam da yine de bir duraksamıştım. Sadece Türkiye’de de değil, dünyanın en gelişmiş yerlerinde bile mutfaklar müthiş erkek egemen bir dünya; lisanı, ruhu, akışı her şeyi eril. Kadın şeflerden onlarcasını okuduğum, dinlediğim hikayelerden benim payıma neler düşecekti acaba?
Üç ayı staj olmak üzere aşağı yukarı bir sene, öncesinde böyle bir uyarı aldığım mekanda, personelin neredeyse tamamının alaylı ve eğitim durumunun düşük olduğu bir mutfakta hiçbir sıkıntı yaşamadan çalıştım. Ustalarımla aramda müthiş bir saygı ilişkisi kurduk. Ben onların mesleklerindeki başarılarına, bilgilerine saygı duydum, onlar benim otuz yaşımdan, eğitimimden vs. sonra kurmaya çalıştığım düzene, azmime, çalışma ve öğrenme isteğime saygı duydu. Arkadan arkaya bir takım şeyler hissedilmiş, yaşanmış olsa da, kimse yüzüme karşı bir saygısızlık yapmadı, ilişkilerimiz hep güleryüzlü ve neşe içerisinde yürüdü.
Sonra oradan ayrıldım ve güyya daha özel ve butik işler yapan, İstanbul’un en klas mekanlarından birine geçtim. Şefimiz İtalyan, menü gerçekten özel reçetelerden oluşuyor, öğrenmek isteyen bir mutfak cinine alabileceği bir dolu kıymetli bilgiyle dolu. Bütün mutfak çalışanları eğitimli, CV’lerine baktığında her anlamda donanımlı insanlar. Etiketin değil, insan olmanın önemli olduğunun dersini aldığım yerlerden biri de orası oldu işte benim için. İlk birkaç günün heyecanı haricinde işe her gün adımlarım geri geri gittim. Önceki yayıncılık yılları da dahil hayatımın en saygısız insanlarıyla o eğitimli şefler arasında karşılaştım. “Seni rahatsız ederlerse aman bilgimiz olsun diye uyarıldığım” şeflerimle aylarca insan gibi omuz omuza çalışmayı başarmışken asıl uyarının eğitimle adam olduğunu zannedenler için yapılması gerektiğini anladım.
Velhasıl mesele mutfak, ofis, sokak, otobüs, tren değil, mesele insan. Kimimizde daha çok, kimimizde daha az ama bir şekilde hepimizde olan şey yaşama tutunma, onu sevme bağımız. Hayat boyu değdiğimiz insanlarla bu halimiz ya parıl parıl parlıyor ya da pas tutuyor. Pas sökücüyse yine kendimiziz. Bazı kapıları kapamaktan, bazılarını açmaktan çekinmemek gerek.
YORUMLAR