Sadece kadınlar için olan düzenlemeler hep risklidir

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamındaki etkinliklerle geçen hafta sonumuz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın açıklaması ile taçlandı. Sanki kadınlar lehine bir düzenleme gibi sunulan açıklama ile dendi ki “kadınların esnek ve uzaktan çalışabileceği düzenlemeler üzerinde çalışıyoruz”. Arkadaşlar, bu coğrafyada sivil toplumun herhangi bir talebi olmaksızın SADECE KADINLAR İÇİN bir düzenleme yapılıyorsa, daima şüpheyle yaklaşmak gerekir.


Seneler önce sebuka platformunu kurarken kafamda çözülmesi gereken ilk soru cinsiyetçi hukuki düzenlemeler idi. Bir avukat olarak hukuki düzenlemelerin cinsiyet ayrımından arındırılmasının atılması gereken ilk adım olduğunu düşünüyordum. (Bugün geldiğim noktada artık bir adım sıralamasını manalı bulmuyorum, eşzamanlı ve topyekun dönüşümü kaçınılmaz buluyorum.) Önce hukuki düzenlemelerde eşitlenmemiz gerekiyordu.


Hukuki perspektiften bakıldığında; din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeksizin tüm toplumun eşitliğini ilk olarak benimsemiş bir Anayasa düzeninde farklı cinsiyetteki kişiler için farklı hukuki düzenlemelerin oluşturulabilmesi için bu düzenlemenin mutlaka haklı bir sebebi ve objektif gerekçesi olması gerekir. Örneğin; bebek 1 yaşına gelene kadar kadın işçinin günde 1 saat emzirme izni olması elbette ki sadece kadınlara sunulabilecek bir destek olabilir. Fakat her düzenlemenin bu derece net bir haklı gerekçesi var mı? Birkaç örneğe beraber bakalım.


Hukukumuzdaki en bariz ayrımcı düzenlemelerden biri şüphesiz kadının soyadı meselesi idi. Medeni Kanun’daki madde adının bile “kadının soyadı” olması, evlilik iki eşit arasında gerçekleşirken sadece kadının soyadının bir hukuki düzenleme konusu olması bakımından cinsiyetçiliğini ortaya koyuyor. Kadın hareketinin ısrarlı talepleri neticesinde bu sene itibariyle ilgili madde Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildi. Maddenin iptal gerekçesi neydi? Eşitliğe aykırı olması.


Bir başka “sadece kadınları” ilgilendiren düzenlemeye bakalım; kadın işinin evlilik sebebiyle işten ayrılması halinde kıdem tazminatına hak kazanabiliyor olması. Erkek işçinin böyle bir hakkı yok. Bu düzenleme bir iş hukuku düzenlemesi. Her ne kadar iş hukuku mevzuatında yer alıyorsa da dayanağı esasen Medeni Kanun. 1990 yılına kadar evli kadının ücretli bir işte çalışabilmesi kocasının rızasına bağlı. Medeni Kanun’daki ilgili madde artık yürürlükte değilse de fiili durumda geçerli kalmaya devam ediyor. Tam da bu yüzden evlenen kadına evlilik sebebiyle işten ayrılması sebebiyle kıdem tazminatı hakkı sunulurken, aynı somut gerçeklik erkeklerin hayatında yer almadığından hukuki yansımasını da göremiyoruz. Yani aslında bir gerekçesi var. Buradaki çözüm erkeklere de evlilik sebebiyle işten ayrılmaları halinde kıdem tazminatı hakkı tanımak mı? Bence değil. Üstlenilmesi gereken kadınların çalışıp çalışmamalarının koca iznine tabi olmasını engellemek olabilir ancak.


Gelelim uzaktan ve esnek çalışma düzenlemesi ile ilgili probleme. Her şeyden önce neden sadece kadınlar için böyle bir düzenlemeye gidildiğini konuşmamız lazım. Kadınların sabahın kör karanlıklarında, akşamın geç saatlerinde sokaklara dökülmeleri kadınlar için tehlikeli ve evden çalışmaları güvenlikleri için mi? O zaman devlet sokakları kadınlar için güvenli kılmanın çarelerini arayacak, kadınları eve kapamanın değil.


Kadınlar ev içi sorumlulukları daha mı fazla, işe gittiklerinde çifte mesai altında eziliyorlar mı? Bunun nedenini sorgulamak ve eşit yaşamı inşa etmek için gerekli altyapıyı kurmak yine devletin görevi. Kadınların fıtratlarında ev işleri yok. Kadınlar “ev hanımı” olarak doğmuyorlar. Kadınlar ev işi konusunda daha becerikli değiller. Bunların hepsi sosyal inşa. Toplumsal cinsiyet eşitliği dediğimiz kavramın kreş seviyesinden başlayarak bir düstur olarak öğretilmesi bir politika olarak yer almalı. Ancak o zaman eşitlik sağlanabilir. “Sen nasılsa evdesin, yapıver” üzerinden oluşacak sonuç, eşitlik değil cinsiyet ayrımcılığının körüklenmesi olabilir ancak.


Bakanlığın açıklamasındaki ellere tutulur tek nokta nitelikli ve erişilebilir kreşler idi. Kadınların istihdamın dışında bırakılması, rekabetçi iş ortamında erkeklerin gerisinde kalmaları bakımından en kritik noktalardan biri de tek başına üstlenmek zorunda kaldıkları ebeveynlik sorumluluğu. Bugün doğum izinlerinin de ebeveynlik izni olarak düzenlenmesini, hem anneye hem babaya sunulması gerektiğini konuşuyor olmamız lazım. Aksi halde kadınların iş gücüne katkılarından mahrum kalınacağı gibi, gelecek nesillerin sağlıklı ve donanımlı yetişmesi noktasını da riske atmış oluruz. Annelerin çocuklarına tek başına bakmaları mümkün değil. Bu noktada geleneksel aile modelinde resme katılan anneanne/babaanne desteği beklentisi yine bir kadın emeği sömürüsü olmasının yanında kalıcı ve etkili bir çözüm de değil. Çocukların her iki ebeveynin de fiziksel ve ruhsal bakımına ihtiyaçları var.


Kadınların iş hayatına dahil olmaları önündeki engelleri kaldırmak sadece kadınlara dair bir mesele değil, ülkenin ve hatta dünyanın meselesi. Kadınlardan hem ev işi yapmasını, hem çocuk bakmasını hem de iş dünyasında nitelikli iş çıkarmasını bekliyorsanız, üç kişilik işi tek kişiden bekliyorsunuz demektir. Her şeyden yarım yarım yapılmasının makul olması, kadını güçlendirmez ve bu kimilerinin zaten tercihi olabilir. Fakat bu “yarım”lık hali sadece kadını değil toplumu da refaha ulaştırmaz.


Toplumsal cinsiyet eşitliğini sadece etik anlamda doğrusu bu olduğu için değil, tüm toplum için akıllıca ve faydalı olan da bu olduğu için de ayrıca savunmalıyız.




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.