Kaçıcam buradan birazdan aaaa!

Selahattin ne zamandır gidelim diye tutturdu, bense “Biraz daha kalalım da şu okul bitince biraz iş tecrübem olsun, ne olur ne olmaz” diye kendime bir süre vermiştim zaten.


Fakat işyerlerinin stresli durumları beni deli ediyor. İşini iyi yaparsan hele yandın. Öyle yapmayan hemcinslerim şahin kesiliveriyorlar niyeyse. Eve daralarak geliyorum her gün. Sağ olsun Selahattin de bekliyor beni azimle ama daralmış durumda o da.


Her sabah kalktığında aynaya bakıp “Bugün yüzüm gri, kalp krizi geçiricem galiba” deyip duruyor. Aktarları komşu kapısı yapmış, “Bak bugün çoban çökerten aldım, bunun suyunu kaynatınca şuna iyi geliyormuş” diye heyecanla anlatıyor. Çoban da niye çökmüş belli, zehir gibi bir şey.


Köşede bir yer açılmış, yöresel peynirler, çömlekte yoğurtlar satıyor. Selahattin zehirden kurtulmak için yoğurt yemenin iyi olduğunu bildiğinden ve tabii annesinin dediği haliyle mandıracının kızını alamadığından dükkâna dadanmış durumdayız.


Üst Göztepe’de oturuyoruz o zaman, 90’lı yılların başları, daha henüz doğalgaz gelmemiş şehre. Şişli’de çalışıyorum, işe gidip dönerken yollarda öksürük tutuyor, ciğerlerim acıyor sanki. Pencereyi açıp evi havalandıramıycaz neredeyse, dışarısı içeriden daha kirli ve ağır.


Bayram tatili yaklaşırken gazetede bir ilan gördüm: “Taksitle tatil Turunç’da bir otel” Eve gelip Selahattin’e anlattım. O da tabii itiraz etti. Adam alışmış çadırla kamp yapmaya, otelde tatil fikri hiç cazip gelmiyor haliyle. Bendeniz ısrarcı, “Ben öyle tatil fırsatı nasıl bulucam, çalışıyorum, yoruluyorum, hem de taksitle filan da filan.”

Sonunda işlem tamam, ikna ettim sevgiliyi.


Aylardan Nisan, kurban bayramından önce gidiyoruz, bayram oluyor, sonra da dönüyoruz, on günlük bir fırsat paketi. Hava da nefis şansımıza. Volkmenimize çift giriş aparatı almışız; Selahattin Bey’e zar zor aldırdığım Bulutsuzluk Özlemi’nin Acil Demokrasi kasetini de yerleştirmişiz yuvasına, iki kulaklıkla hem söylüyor hem el ele yürüyoruz yarı belimize kadar gelen çayır çimenlerin arasında.


Çok sevdi Selahattin bu şarkıları, bağıra bağıra söylüyor: “Tepedekiiiii çimenlikteeeen seyreylemek şuu aaaleemiiiiii, küçülmüş, ufacık olmuş insanların alemiiiii, bir buluta tutunup bir kuşun kanadına takılmak, vazzgeçççmek birdenbire, herrrrşeydeeen vazzzgeçççmek, sadece gökyüzü sadeceeee deniz, sadece sen ve ben, sadece sevgiiiiiiiiii, hepsi bu….”


Ah o ne güzel tatildi tabii tahmin edersiniz. Sevgili bana fotoğraf çekmeyi öğretiyor bir taraftan, kimselerin olmadığı tepelikte yaşlı zeytin ağaçlarının arasında ben de çiçek olup açıyorum diğer taraftan. O ne güzel renklerdir, objektifle yakına girince gördüğüm detaylara aşık oluyorum.


Eskiden en ufak bir böcek ya da arı gördüğünde tek adımda üç metre zıplayan ben, ürkek ceylan gibi nefesimi tutarak çekiyorum fotoğrafları hocamın eşliğinde. Çok sevdim bu işi, çekirgelerden ve örümceklerden korka korka uzanıyorum otların koynuna. Ooooh!


Gün doğumları, gün batımları, keçi yavrularıyla dolu sürüleriyle gezen çobanlar, arılar, ladenler, papatyalar ve fakat oteldeki içler acısı durum.


Hmmm, turizm dedikleri buysa bunu hiç sevmedik biz. Kahvaltıyı yapıp pırrrr tepeye koşuyoruz.


Ve sonra yine devam şarkılar söylemeye: “Lagara lugara lagara lugara lagara, sigara sigara çay sigara, kaçacam buradan birazdan, aaaaaa” Dolduruşa mı geliyoruz yoksa?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.