Yıldız ışığıyla yol bulmak…
Hiç tahmin edemezdim karanlığa bu denli alışacağımı. Oysa daha kaç yıl önce Turunç’daki otelin arkasında her gün çıktığımız tepeye tırmanmaya niyetlenmiştik de bir akşam vakti, Selahattin şakacıktan ” bak nasıl oluyor karanlıkta bu yol?” deyip feneri kapayınca bir korkudur almıştı beni, sanki ayılar çıkacakmış gibi “geri dönelim!” diye tutturmuştum adamcağızın koluna yapışık vaziyette.
Şimdiyse, o güzelim sahilde sadece iki kişiyiz; sezon bittiğinden lokantaların ışıkları sönmüş ve başka hiçbir ışık kaynağı da yokken ve aahhh, henüz o zalim sokak ışıkları ortalığı aydınlatmamışken, sadece yıldız ışığıyla nasıl da yol bulunur şaşıyorum.
İşte, her şey görünüyor, şuradaki çalılık, şuradaki kaya, şuradaki küçük tepe ve çakıllar ve tabii ki başrolde dalgalar, dalgalar…
Gökyüzü bin yıldızlı otelden daha lüks, milyonlarca pırlanta göğe saçılmış, yanıp sönüyorlar. O anda, zamanda yolculuk yapıyoruz sanki. Binlerce yıl önce burada yaşamış; bu zamanda, gecenin bu saatinde gökyüzüne bakan insanları hayal ediyoruz. Ve bu muhteşem göğün altında yaşanan heyecanı hissetmeye çalışıyoruz.
Korku mu? Korku kayboldu, yok oldu, nasıl gittiğini ben de bilemedim. Sevmeye başladığında korku kayboluyormuş meğer…
Böceklerden de böyle korkuyordum oysa. O da geçti. Şimdi hayran hayran kelebeklerin kanatlarını inceliyorum; kocaman ve upuzun antenleriyle bir karıştan fazla boyu olan böceğin kabuğuna bakakalıyorum. İki avucum kadar kamuflaj kelebeklerinin desenleri tarife sığmaz, görmek gerek. Başka bir kınkanatlının kabuğundaki metalik renklerin yanında, otomobil boyası hiç kalır. Sevmemek mümkün mü?
Korkmayı öğreniyor insan, sinsice hücrelerine siniyor da anlayamıyor ne olduğunu maalesef. Ben de korkmayı en çok annemden öğrenmiştim. Yıllarca, apartmanı saran karafatmalardan, yaz tatillerinde gidilen yerlerde burun buruna gelinen arılardan, velhasıl her türlü hızlı koşan ve uçan haşarattan ödüm patladı durdu. Karanlıkta kaldığımda ise hızlı hızlı yürür, bir an önce aydınlığa atardım kendimi. O zamanlar vampir öyküleri bolcaydı. Bir de çok korku filmi seyretmişiz be kardeşim pek lazımmış gibi…
Şimdi, Çıralı’daki o ilk yılımızda şok tedavi ile iyileşiyorum. Renklerden, dokulardan, geometriden, simetriden, desenden ve tasarımdan büyülenmiş bir haldeyim. Aldığım keyiften gelen cesaretle, her geçen gün daha da çıkıyorum korkunun içinden; bütün duyularım bayram ediyor adeta. Kalbim pıt pıt çarparken, hayretle açılmış gözlerimin içinden geçen, burun deliklerimden dolan güzellikler, onlara uzanan ellerimden güç alıp, korkunun esir aldığı hücrelerimi özgürleştiriyor ve sonunda sevgi, başköşedeki tahtına çıkıp kuruluyor.
Korku bir kez yenildi mi cesarete, ardına bakmadan çekiliyor kendi karanlığına ve aydınlık, var gücüyle parıldıyor yüreklerde, sevgi krallığında…
Cesaret, birazcık daha cesaret, ilk adımı atmak için… Yolun devamını görmek içinse yıldız ışığı yetiyor nasılsa…
YORUMLAR