Abrakadabra!
Daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlarcasına, yüreklerimizde yıllardır yaşattığımız umutlarımız, belki de çoğumuzun beklemediği fakat bir şekilde iliklerine kadar hissettiği, yine de dillendiremediği, dillendirdiğinde ise kelimelerin yetmediği- bir biçimde ve “ruh”ta canlandılar. “Can”a kavuştular.
Her yeni günle birlikte gelen taze haberlerle, mahalle kültürünün, halk bilincinin canlanıp çiçek açtığına şahit oluyoruz. Komşularımızla tanışıyoruz.
Yeni dostluklar kuruluyor, yeni dallanmalar oluyor ilişkilerde. Bütünün hayrına tutuluyor dilekler.
Bakkal amcalarımızı seviyoruz, köşedeki terzinin adını biliyoruz, alışverişin anlamı değişiyor, kavramların tanımı değişiyor, içleri doluyor başka anlamlarla.
Akış ne demek biliyoruz artık; elimizden geleni yaptığımızda duyduğumuz huzurla arkamıza yaslanıp, karşımızdaki manzarayı seyretmek demek akış bizim için. Nereye sürükleneceğini bilmeyen, o düşüş anındaki tohumlarız biz aynı zamanda…
Rüzgârın bizi nereye götüreceğini merak etmeyen, “an”da olmanın hazzıyla nefes alıp veren, her nefeste içini ışıkla dolduran, “ne yesek cennet meyvası, ne içsek aşk şarabıymış!”diyen, cennette olduğuna ikna olmuş, meleklere bir kez daha inanmış, heyecanlı, yerinde duramayan, içi kıpır kıpır, dışı da coşup taşan, dans eden, şarkı söyleyen, ses çıkaran, duran, volta atan tek yürekli milyonlarız, milyon yürekli insanlarız…
Hangi toprağa düşüp de filizleneceğimizi bilmiyoruz belki, ama inanıyoruz rüzgâra. İşimiz bu, uçmak. Yüreklerimizi pusula edinmişiz.
Karşımızda kimse yok; savaştığımız bir şey de yok. Gün gelecek bu kavramlar da değişecek biliyoruz. Yeni kelimeler gelecek yerlerine.
Bazı kelimelerse yok oluyor sözlüğümüzden; artık küsmüyoruz, gücenmiyoruz, darılmıyoruz, kırgın ne demek bilmiyoruz. Başparmak işaret parmağına küser mi hiç? Küserse nasıl tutar da koklar o güzelim gülü nazikçe, kendini bedenden nasıl ayrı tutabilir, bilmiyoruz. Bildiğimiz o bedeni oluşturan her bir hücre olduğumuz. O kadar değerli ve kutsalız ki hiçbir şey bizi birbirimize yabancılaştıramaz artık. Bilinçte bir değişim oldu ve bu nehir geriye akacak değil.
"Bir dünya yaratmak istiyorum... nasıl yaratayım" dedi Tanrı Ülgen. Su içinde yaşayan Ak Ana su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi: “Yaratmak istiyorsan Ülgen, yaratıcı olarak şu kutlu sözü öğren, de ki ‘yaptım oldu’, başka bir şey söyleme... Hele yaratırken, ‘yaptım olmadı’ deme sakın.” Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı. "Dinleyin ey insanlar! Vara yok demeyin; varlığa yok deyip de yok olup gitmeyin." Tanrı Ülgen yere bakarak, "Yaratılsın yer!” dedi. Göğe bakarak "Yaratılsın gök..." Bu buyruklar üzerine yer ile gök yaratıldı.*
Kelimelerin gücünü bilmiş atalarımız yıllar yıllar öncesinden. Abrakadabra da “söylediğimi yaratırım” demekmiş, ne güzel. Şimdi içinde savaşın olmadığı barışı tanımlıyoruz. Barışın hep birlikte mutlu ve keyifli bir huzur hali olduğunu söylüyoruz.
Ak büyüler yapıyoruz. Dualar ediyoruz.
Aşkla akıştayız.
Aşkla yaratıyoruz.
Abrakadabra.
Hayırlı olsun.
*Türk Destanı – M. Necati Sepetçioğlu
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Ankara 1965
YORUMLAR