Gezi Ruhu ve Kutsal Ekonomi…
Ben 48 yaşındayım. Bizim kuşak çoğunlukla bir şeylerin hep kıt ve bizim onlara ulaşabilirliğimizin hep zor olduğu algısıyla büyüdü. Para azdı, paramız yetmezdi, elimizdekini harcarsak paramız azalırdı. İdare etmeliydik. Ya sonra devamı olmazsa maazallah ne yapardık? Para tren, biz istasyonduk. Kısmetsiz köpek kurban bayramında aç kalırdı. Gökten inci yağsa talihsizin başına bir tane bile isabet etmezdi. Ah ah, ne yaralar açıldı ruhumuzda bu kara büyülerle, içimize işledi para ile ilgili tüm bu tuhaf cümleler.
Aslında içimizden geçen “vermek”, dağıtmak olmasına rağmen, akıl devreye girer ve “aman ha, zaten az var, verirsen biter” gibi saçma kandırmalarla yüreğimizin yolunu çevirirdi.
Sadece vermek mi, almak da tehlikeliydi. Misafirliğe gidildiğinde “bir şeyler yer misin” sorusuna annelerimizde cevap hazırdı: “Yemez o, tok!” Böylece verileni ya da sunulanı almamayı, alamamayı, bir anlamda “armağan” edilmek isteneni de reddetmeyi öğrendik. Hal böyle olunca, “zahmet olmasın, siz yorulmayın” diye diye, yardım etmek isteyen insanların armağanlarını da reddettik.
Kıtlık bilinci ve kurban psikolojisinin iç içe geçip yumak olduğu bu ruh halinin ne kadar hastalıklı bir durum olduğunu anlamam yıllarımı aldı. Bir tuhaflık olduğunu seziyordum da ne olduğunu bulamıyordum. Beni bu duruma uyandıran ilk kitap “Bereketin Taosu”dur. Bolluk ve bereketle ilgili başka kitaplarda da hep benzer şeyler anlatılıyordu. Okuduklarıma hak veriyordum, kendi üzerimde çalışıyordum. Berekete giden yolu tıkayan düşünce kalıplarımı, elime balyoz alıp tek tek kırmaya başladım. Kitaplar, yıllarca kanıma işlemiş olan bu olumsuz inanç kalıplarından, üzerime yapışmış kir katmanlarından bir bir arınmama yardımcı oldular çok şükür ki.
Sonrasında “Kutsal Ekonomi*” kitabı girdi hayatıma ve “eksik olan taşı yerine oturttu: “Armağan” ve “kutsallık”, vermek ve almak, minnet ve teslimiyet, bu kavramlar iç içe geçip yepyeni bir dünyanın müjdesini veriyordu. “Yüreklerimizin mümkün olduğunu söylediği daha güzel bir dünya var” diyordu…
Benim de yüreğim hemen ikna oldu. Onca kitaptan ve deneyimden sonra, nihayet, “idrak” oluştu. Zaten armağanların içinde yaşadığımızı anladım ve bu kez bambaşka bir ruh haliyle şükrettim.
Kitabın yazarı Charles Eisenstein, günümüzün genç yaşta bilgeliğe ulaşmış insanlarından. Başlangıçta armağan vardı diye başlıyor kitabına. Bir armağan aldığınızda, yaşadığınız minnet duygusuyla siz de bir karşılık armağanı vermek istersiniz diyor. Bize komşumuz bir kap aşure getirdiğinde kabı boşaltınca içine bir şey koyup geri verdiğimiz gibi. Para da böylesi bir amaç için icat olunmuş. Ve kutsal bir şeymiş. Yıllar yıllar içinde paradan kutsal anlamı kaybolmuş ve bambaşka bir anlama bürünmüş. Şimdi artık, ekonomik çöküşlerin er ya da geç kaçınılmaz olduğunu, yapacağımız en iyi şeyin topluluğumuza yatırım yapmak olduğunu söylüyor. Ve hayatımızda para kullanmadan yapacağımız pek çok şey olduğunu da ekliyor. Paranın tamamen ortadan kalkacağı değil, daha güzel işlerde kullanılacağı, ortak değerlerimizin alınıp satılamayacağı yani parasallaştırılamayacağı bir dünyayı anlatıyor. Armağan çemberleri, topluluk dayanışması ve daha pek çok yol ile, krizlere yenilmemek için, uygulamaya şimdiden başlayacağımız bir yöntemden söz ediyor.
Nasıl? Kâhin mi dediniz? Galiba öyle… Gezi olaylarının devamında yaşananları düşünecek olursak bir kâhinle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz...
Eşim yıllardır yoğurt mayalar. Bir keresinde yoğurt mayaladığımız kâsenin dibinde kalan yoğurdu ayran yapıp içiverdik. Bir de baktık ki mayalık ayırmayı unutmuşuz yoğurttan, hepsi bitmiş! Eyvah! Yıllardır devam eden mayamız kayboldu diye üzülürken bir de baktık ki kâsenin kapağına kaymak gibi minik yoğurt parçaları yapışmış. Can havliyle onları kazıdı eşim; toplasanız bir mercimek tanesi kadar ya var ya yoktu. Küçücük bir kabın içine azıcık bir miktar süt koyup o minicik parçaları "ya tutarsa" diye ekledik veeeee dört saat sonra mayamız tekrar canlanmıştı, yoğurdumuz tutmuştu :)
Bu topraklarda Kutsal Ekonomi mayası zaten vardı, adı konmamıştı belki ama hala yaşıyordu güzel insanların yüreklerinde. Bazen kötü gibi görünen şeyler bambaşka iyiliklere dönüşür ya, şimdi o mayanın çoğaldığına hep birlikte şahit oluyoruz. Her gün yeni bir sevinç kaynağı artık bizim için. Bir taraftan yüreklerimiz kayıplarımıza, yaralılara ve acı çekenlere yanıyor; bir taraftan da içimiz kabarıp taşıyor sanki. Yeryüzü sofraları, armağan çemberleri, şifa çalışmaları, atölyeler ve daha niceleri...
Hepimiz yuvaya hizmet eden karıncalar misali az çok demeden elimizden geldiğince hizmet aşkına tutulduk. Bu sayede kimilerimiz bu hayata neden geldiğini sorgulayıp, kendini bambaşka işlerle meşgul halde bulabilir. Bu hayata armağanlarımızın ne olacağıyla ilgili ilhamlar böyle böyle gelecek. Nice yaratıcı fikirlerle dolu günler göreceğiz.
Verdikçe zenginleştiğimiz, senin için daha fazlasının benim için de daha fazlası demek olduğu, rekabetin olmadığı, paylaşmanın keyfine varıldığı daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlarcasına, bu topraklarda Kutsal Ekonomi’nin en güzel örneklerini hep birlikte görüyoruz. Parayı yeniden kutsal hale getirmenin türlü yollarını bulup hayatlarımızı daha yaşanabilir kılmanın, ekolojiyi de gözetmenin, boş zaman kavramının aslında ne demek olduğunun farkına vardıkça, hayata armağanlarımızı geri vermemiz de o kadar kolaylaşacak. Kim bilir ne güzel işler bulacağız kendimize, ne güzel uğraşlar.
Yaşasın Anadolu’nun kutsal ekonomisi… Var olun güzel yürekli insanlar. Birlikte yepyeni bir dünyayı yaratıyoruz. Yolumuz açık olsun.
*Kutsal Ekonomi - Charles Eisenstein… Okuyan Us Yayınevi Flora Dizisi
YORUMLAR