Bodrum’daki yeşil ışık!
Bodrum Gümbet’te çok güzel bir deneyim oluyor 1992 yazı. Yok, yok, DJlik yapmadık ama!
DJlik yapmaya diye niyet ettiğimiz otelin sahibi ile görüşmemizde, bize otelini anlatırken, “bir de teras var, boş duruyor, bar olur, restoran olur, zaten önceki sene Körfez krizi oldu, çalıştırmadık” demez mi?
Tinnnnnkkkkk!!! Bir ışık yanıyor o anda!
-“E o zaman biz orayı işletsek olur mu? Biz zaten yemek yapmaya niyetliydik aslında “
—Olur, tabii, gidin bakın, beğenirseniz çalıştırın”
Hmmmm, nasıl olacak nasıl diye o anda kafada gezen binbir fikrin arasında bir de cesaret gelivermiş, hemen heyecanlanmaya başlıyoruz. Tamam, gidip bakıcaz hemen. Otel sahibi kurt işadamı abi sohbetin gidişatından, bizden kira alabileceği kadar bir miktar paramız olmadığına kanaat getirmiş olacak ki, bize yüzde teklif ediyor. “Karı % 30, yüzde 70 paylaşırız” diyor. Bizim bu konuda hiçbir fikrimiz olmadığı için düşünme payı istiyoruz. Eve umudun içinde yüzerek dönüyoruz.
Ve biz keşif gezisi için Bodrum Gümbet’e ışınlanıyoruz hemen. Soğuk kışın koyu gökyüzlü Şubat’ından bir gün. Bizi orta yaşta bir teyze karşılıyor, Yatağan’lı…Bir de oğulcuğu var orda burda çalışan, onla ikisi yaşayıp gidiyorlar işte. (Ondan öğrendiğim pancar yemeği, pancarlı spagetti sosuma ilham oldu. Her fırsatta anıyor, şükranlarımı yolluyorum.)
Otelin terasından nefis bir deniz manzarası görünüyor, solda değirmenlerin olduğu burun, sağda da zeytin çam karışımı tepelikler var. Beton binanın soğuğu içimize işliyor. Yürüyüşe çıkıyoruz.
Sağdaki tepelerin arasında dolaşırken yürüdüğüm yolu ömrüm oldukça unutamam. Zeytin ağaçları gri gökten aldığı süzme ışıkla daha da bir gümüşi olmuş. Ağaçların toprağa değdiği yerler papatyalarla süslenmiş, gerçek bir çiçekli etek örneği sanki. Masal gibi, masallardan bir an gibi…
Zaman donuyor… Zamanda geriye gidiyorum o kiraçtaşı kayalarının şahitliğinde. Pek çok antik yerleşimlerde bu kayalar, bu taşlar var. Taşların üzerlerinde de yeryüzünde yaşamı ilk başlatanlardan olan likenler. Renk renkler bu likenler ve öyle güzeller ki.
Gece bize ayrılan odamızda soğuktan zor uyuyoruz. Otelin kışın bomboş ve insan sıcağından uzak kalmış duvarlarını ısıtmaya yetmiyor nefesimiz; dalıyoruz bir vakit.
Ertesi gün daha bir detaylı inceliyoruz etrafı, en güzeli de mutfağımızın kocaman olması. Manzara, genel haliyle mekân ve de tabii kocaman mutfak kalbimizi çalıyorlar iş birliği yapıp. Bu kez de İstanbul’a uça uça gidiyoruz.
Döner dönmez işyerindeki muhasebeci abiye danışıyorum. Sağ olsun benimle ilgilenip akıl veriyor ve % 30’un az olacağına, % 40 istememiz gerektiğini söylüyor.
Hemen otel sahibi abimizi yemeğe davet etmeye karar veriyoruz. Geldiklerinde de onlara yemyeşil bir ıspanak çorbası ile açılış yapıp kendi deneysel çalışmalarımızdan örnekler sunuyoruz. Mekânı beğendiğimizi ve terası işletmeye istekli olduğumuzu söylüyoruz. Ve tabii kardan yüzde konusundaki kendi(!) teklifimizi belirtiyoruz: “Biz % 40 istiyoruz bir de. ” Tamam, olur, tabii.
Anlaştık! Haydi, hayırlısı bakalım.
Yine heyecan başlıyor, masa örtüleri dikiliyor bir taraftan, tabak çanak almak için üşenmeyip taa Kıbrıs’a gidiyor Selahattin. Takımlar düzülüyor; sonrasında hayatımızı kurtaracak, iç içe geçip matruşka olabilen, üst üste konabilen kapaklı cam kâse mızıkacılarından da bir kaç takım alıyoruz; şeykır, ölçü kapları, yumurta kesme cihazı, çeşitli bıçaklardan dolma oyacağına kadar alışveriş listemizin önemli bir kısmını tamamlıyoruz. Bir taraftan da eşyalarımızı topluyoruz. Ama nasıl taşınacağız? Bütçe durumları?
Tam da o sırada bir haber gelmesin mi? Eski mahalleden komşularımız, annemin iyi arkadaşları - dolayısıyla annemin kardeşleriymiş gibi içten teyze dediğim, sevdiğim iki kız kardeş - tam da Gümbet’te ev almazlar mı? Onların kamyonla taşıyabilirmişiz eşyalarımızı. Yihhhuuuuu!
Hızır mı dediniz? Evet, galiba öyleydiler… Bu kadar tesadüf olur mu?
Oluyormuş. Kader ağlarını böyle böyle örüyormuş.
Kendimizi güzel bir Mayıs sonunda tekrar Bodrum’da buluyoruz. Ama ne bulmak! Bu kez güneşle merhaba diyoruz mekâna, içimiz heyecan çiçekleriyle doluyor…
Başlasın bakalım Gümbet günleri…
İstanbul’da arkadaşlarla yuvarlak masa sohbetlerinde ortaya çıkan isim konuyor bara, “Greenlight”, bildiğin Yeşilışık!
Zeytin ağaçları ve papatyalar! Hep sizin marifetleriniz bunlar, biliyorum.
Âşık olduk ya bir kere; koşa koşa geldik yanınıza, uçarak geldik. Bulutlarda yüzerek geldik.
Yeşilışık bize Bodrum’dan yandı, ona doğru gittik belki de…
Bakalım sizlere ne zaman, nerede, hangi vesileyle yanacak?
YORUMLAR