Kutsal karşılaşmalar
Evet.
Üstümüze vazife bizim.
O yüzden çok hassas çalışıyoruz.
Birisi kendine “ben tembelim” diyor. “Sen tembel değilsin” demek fayda etmiyor. Başka türlü bir şey yapmalı.
Ama önce bırakalım karşımızdaki anlatsın, içini bir döksün. Konuşturalım onu, kafasını boşaltsın. Dinleyelim önce bütün varlığımızla.
Birbirimize yardım etme oyunu.
“Bana yardım eder misin? Bana şunu öğretir misin?”
Neden olmasın? Tabii.
Göç yolda düzülürmüş. Hele bir başlayalım. Elimizdekiyle, bulunduğumuz yerden başlayalım. Gerisi gelir. Niye tembel olalım arkadaşım?
bu yorgunluktan bıktım
bıktım bastıran uykudan
saat gecenin üçüydü
yapamadıklarım düşündürücüydü
keşmekeşten bıktım
kimin eli kimin cebinde
paradan parasızlıktan
zamana karşı koşmaktan
bıktım bıktım bıktım
omuzumdaki yükten
nasihatten sükunetten
hani nerde umut?
bırak açılsam sonsuza
dokunsam bir kere
devam etsem kesmeden
rahat rahat
bırak bırak bıraaak
Bulutsuzluk Özlemi böyle diyordu yıllar öncesinden gelen bir şarkıda.
Birlik kucaklaşması bu. Birlik farkındalığı.
Birisine yardım ederken kendimize de yardım ediyoruz. Birine şifa verirken kendimiz de şifalanıyoruz.
Bu her birimizden diğerine, ondan bir diğerine yol alan bir “akış”. Bu akışta aşkı yaşıyoruz. Paylaştığımız ortak “an”larda. Bir duygunun, bir durumun ortak deneyimlendiği anlarda. Huzurlu deneyimlerin yaşandığı anlarda.
Kendimizi birbirimizde buluyoruz o kutsal çemberlerde. Birbirimizi nedensizce sevdiğimiz, tek tek kucakladığımız, birbirimize iyi dileklerde bulunup sırtlarımızı pıtpıtladığımız o yüreklendirici anlarda. Birbirimizin varlığına şükrederek, her birimizin o paylaşılan anda diğerlerine şifa olduğu, armağan olduğu bilinciyle yaşadığımız anlarda.
Kutsal karşılaşmalar bunlar.
Sıfır noktası. Nötr alan/an.
Birbirimizin hayatına değiyoruz bir noktadan, belki de birbirimizi bir daha hiç görmeyeceğiz, sohbet sürüyor aşkla. Bir veriş-alış, armağan değiş-tokuşu. Paylaşım ve kocaman bir şifa.
Bilen insan değil, dinleyen insan olarak, ne söyleyeceğini, ne zaman söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini ve söyleyip söylemeyeceğini tartarak cerrah titizliğiyle çalışıyoruz.
Birbirimizi dinlememiz en büyük armağan. Ve kutsal sözcüklerle bizim aracılığımızla ortaya dökülen, iyileştiriyor hepimizi. Belki de o duyacağımız bir tek cümle can verecek uzun süren atalete.
Büyük bir senaryoda özgürce uçuyoruz. Doğaçlıyoruz.
Her birimiz ayrı ses, ayrı enstrüman.
Önce kendi sesimizi duymaya başlıyoruz, sonra müziği. Yeterince sabredersek, bolca dinler ve uyum gösterirsek, kendiliğinden ortaya çıkmaya başlıyor müzik.
Bizim müziğimiz bu. Ne kadar da coşkun! Birbirimize âşık olduğumuz nasıl da belli.
Birimiz eksik olsa aynısı bir daha olamayacak/yaşanmayacak.
Çok kıymetli bir an bu.
Özeniyoruz birbirimize.
Kesmeden dinliyoruz.
İyi ki varız.
İyi ki karşılaşıyoruz. Şükürler olsun karşılaştırana.
Haydi bi cesaret arkadaşım. Sende ne cevherler var daha. Haydi bizi mahrum etme bu armağanlarından. Hayata armağanlarını ver artık. Öyle akıştayım demekle de olmuyor. Bakalım kendini hayata bırakabiliyor musun? Bırak artık kendini, teslim ol. Sen bir adım at da gör, hayat sana nasıl koşa koşa geliyor. Melekler geliyor yardıma.
“Hamur yoğurmak istemeyen gelin on sekiz gün un eler” derlerdi bizimkiler. Artık eleği şu duvara asalım da hele bir, bu kadar unla dünyanın ekmeği pişer, dünya doyar. Senin içindeki açlık da yemekle geçecek cinsten değil ki zaten.
YORUMLAR