Yeni hayatımızın ilk günleri…
1993 baharı Çıralı…
Neredeyse yeni bir ev yapmış kadar oluyoruz. İki oda bir mutfak ve iki de duş- tuvalet inşa etmek bir hayli zamanımızı alıyor. Arkadaşlarımız da sağ olsunlar Mayıs sonuna denk gelen bayram tatili için rezervasyon yapmışlar; harıl harıl çalışıyoruz.
Annelerimizi de yardıma çağırmışız; mutfak ve tuvaletlerin tahliye borularını derine gömmek için ellerinde kazma ile çukur açıyorlar. Yoldan geçenler dayanamayıp yardıma koşuyor. Köylülerimizden bazıları meraklı; durup bakmadan geçmiyorlar inşaata. Baktıklarında da umutsuzca “Cık, yetişmez bu bayrama” deyip moralimizi bozuyorlar. Bizse azimle devam ediyoruz.
Böyle böyle her bir elde dörder tuğla nasıl taşınır, nasıl harç karılır öğreniyoruz. Sabah erkenden kalkıp gecenin kaçlarına kadar çalışmaktan bitap düşüyoruz.
Evin duvarları boyanamayacak kadar kirli. Ben elimde sünger ovalıyorum en kirli kısımlarını. Bir de kapılarla pencereler var temizlenecek. Sağ elim yorulunca sol elimle devam etmekten iki elim de neredeyse devre dışı kalıyor. Sonunda demliği bile tutamaz oluyorum. Bileklerim çok ağrıyor.
Artık bayrama sayılı gün kala mutfak ve banyonun fayans ve yer karoları döşemesi kalıyor geriye. Selahattin en yakınımızdaki ilçe olan Kumluca’ya gidip bir inşaatın sahibinden binbir rica minnet ile bir fayans ustasını ödünç almayı beceriyor. Akşamları çalışılacak. Adamcağızın istediği bir seyyar ışık, bir radyo, bir de tabii ki çay! Biz de ona yardım ediyoruz. Pek de güzel döşüyoruz fayansları.
Annem bahçede kayınvalidemin kollu dikiş makinesiyle Bodrum’da kullandığımız masa örtülerinden perdeler dikiyor. Elde ne varsa onları değerlendirip her odaya ayrı perde imal etmeyi başarıyoruz. Bu işlemler sürerken on beş gün boyunca banyo yapamadığımızı fark ediyoruz. Yeni banyoların da fayansları kuruması için beklendiğinden su değdirilemiyor o sırada. Annem dayanamıyor artık; İstanbul’a dönmeden önce, ısıttığımız bir kova su ile eski tuvalette şöyle bir su dökünüp duş alıyor.
Elimizden geldiğince işleri bitirip odaları da yerleştirdikten sonra misafirlerimiz geliyorlar. Onlar geldiğinde bahçenin ortasında kum-çakıl yığını, iki kütüphane, raflarında herhangi bir yere yerleştirilememiş eşyalar, bir gece boyunca kullanılamayacak iki duş tuvaletle baş başayız. Herkes bir ucundan yardım ediyor; kürekle ve el arabasıyla kum-çakıl yığını bahçenin bir başka yerine taşınıyor. Eşyalar elden ele yerlerine yerleştiriliyor. Bahçenin uzağındaki tuvalet kullanılıyor bu arada. Anlayışları ve yardımları için ne kadar teşekkür etsek az.
O zamanlar aracımız da yok henüz. Selahattin, Kumluca’da cuma günleri kurulan pazardan iki tane sepet edinmiş; ikisiyle birlikte pazara gidip iki eli kolu dolu geliyor. Tabii bu gidiş gelişler hep otostopla oluyor. Köyden tanıdıklarımız olmaya başlamış yavaş yavaş; onlarla gidip geliyor pazara.
Köye gelen bakkaliye kamyonları var; içlerinde dizi dizi raflar ve çeşit çeşit ürünler. Makarnasından tuvalet kâğıdına, salçasından arap sabununa kadar neredeyse her şeyi bulabiliyoruz. Geriye sadece sebze ve meyveyi pazardan almak kalıyor.
Pek sevinmiştik Çıralı’da seraları ilk gördüğümüzde. Zaten sebze ağırlıklı besleniyoruz, yaşasın o zaman, taze taze yiyeceğiz sebzeleri!
Kazın ayağı hiç de öyle değilmiş; çok şükür ki kısa sürede işe uyanıyoruz: Bu seralarda mevsim dışı sebzeler yetişiyor ve maalesef yüklü miktarda böcek öldürücü, otları ve tabii ki canlı yaşamı da beraberinde yok eden ilaçlar kullanılıyor. Arada verdikleri hormon da cabası. Öyle ölçüymüş, sprey yaparken maske takmakmış hak getire! Allah’a emanet bir üretim yani! Şok yaşıyoruz öğrendiğimiz şeyler yüzünden.
Hemen çevremize yayın yapmaya başlıyoruz: “Sakın mevsim dışı sebze yemeyin!” Hemen yanıtları hazır: “Nasıl yani? Peki ne yiyeceğiz?” Haydi bakalım tek tek anlatıyoruz hangi sebzeler yaz sebzesi, hangileri kış sebzeleri. Domatessiz bir kahvaltı düşünülemiyor maalesef. Bizse bu bilgilerden sonra yaz sonu gelince domatese, salatalığa, kabağa, taze fasulyeye ve bibere bir dahaki yaza kadar elveda diyoruz. Hiç de özlemiyoruz bir daha.
Çok şükür açılışı yüzümüzün akıyla yaptık. Yorgunluğumuza değiyor; herkes mutlu ayrılıyor Çıralı’dan. Misafirlerimizi arkalarından su dökerek uğurluyoruz. Bu, bundan sonra Flora’da bir gelenek haline gelecek. Su gibi gidip su gibi gelsinler diye…
YORUMLAR