Denizin kıyısından notlar…
Çıralı’daki ilk yazımız güzel telaşlarla, sürprizlerle geçiyor. Ev sahibimizin kızı yanımızda çalışmaya başlıyor; onunla çok iyi arkadaş oluyoruz, birbirimizi çok seviyoruz. Sanırım o bizim bu hayattaki en büyük armağanlarımızdan biri. İnanılmaz becerikli, akıllı, eliçabuk ve meraklı. Üstelik hayvanları da çok seviyor. Yaşasın! Bu öyle büyük bir nimet ki…Daha önce “Birlikten güç doğar” yazımda öyküsünü anlattığım Nisan Maya’nın annesi olacak sonra… Hhayatımıza bir güzellik daha katacak.
Mucizeler hep işbaşında. Normalde bir sonraki yıl yeni baskı yapması beklenen, Türkiye ile ilgili yabancı bir rehber kitap, o yıl yeni baskı yapıyor veeee …… a aaaa bizim adımız da var! İlk konuklarımızdan biri döndüğünde bizi anlatan bir yazı yollamış ve o da kitapta yayınlanmış hemen. Böylece konuk akışımız başlıyor kendiliğinden. Telefonla rezervasyon yaptırıp, havaalanından taksiye binip Flora Pansiyon’da iniyorlar! Ne güzel ne güzel!
Çok mutluyuz; iyi ki pansiyon işletme fikrine “evet” demişiz de gelen konuklarla böylesi bir ilişki yaşıyoruz. Yeni tanışıklıklar, adres alıp vermeler, pansiyonca kumanyalar hazırlayıp yürüyüşe gitmeler, gün doğuşu-ay batışı seyretmeler, müzik yapmalar, sohbet etmeler…Bir tek zor tarafı var; konuklardan ayrılmak…O yıl, ayrılanların ardından su dökme geleneği ile birlikte bir hayli gözyaşı da döküyoruz. Bazılarıyla âşık oluyoruz birbirimize ne yapalım. Tatile başka yerde devam etmek üzere ayrılıp da dayanamayıp geri gelenler oluyor mesela. Aşk işte; ayrılamıyoruz…
Bizimle aynı yıl Çıralı’ya taşınmış olan İstanbullu bir doktor çift pastane açmışlar; onlarla tanışıp dost oluyoruz. İstanbul’dan yıllar önce göç etmiş bir başka komşumuz ve İsviçreli eşi ile de tanışıyoruz ve en büyük yardımcılarımızdan oluyorlar. Tüp bitiyor aniden ve bizi en yakın ilçe merkezi olan Kumluca’ya götürüyorlar mesela; alışverişlerimizi taşımamıza yardım ediyorlar; melek oluyorlar bize zor zamanlarımızda…Herkesin abi dediği kişiye biz amca diyoruz ve o andan itibaren köyde bir amcamız oluyor…
İstanbullu amcamızın geniş bir arkadaş çevresi var ve ondan Çıralı’nın da dev deniz kaplumbağaları caretta carettaların yuvalama alanlarından biri olduğunu öğreniyoruz. Fakat Türkiye’deki yuvalama alanlarının listesinde yeri yok; kaydedilmemiş. O yaz pastaneci doktor arkadaşlarımızdan biri azmediyor ve sabah akşam sahilde yürüyüş yapıp kaplumbağaların yuvalarını tespit ediyor önce ve sonra da yumurtalardan yavru çıkışını sayıyor; kayıt tutuyor. Yaz sonunda da doğru Doğal Hayatı Koruma Derneği’ne, İstanbul’a yollanıyor elindeki verilerle..Ve tataaamm! Çıralı da resmi kaplumbağa yuvalama alanlarından biri olarak kabul edilip listeye alınıyor. Tabii koruma alanı olması Çıralı’ya bir taraftan şan şöhret sağlarken diğer taraftan da sahilin ve doğasının turistlerce daha bir ilgi görmesine, dolayısıyla Çıralı’nın nispeten bozulmadan kalabilmesine yardımcı oluyor.
Bu şahane yaratıklar yaklaşık 100 milyon yıldır yeryüzü denizlerinde yaşıyorlar ve yaklaşık 25 yıl sonra ergen hale geldiklerinde yumurtlamak için kendilerinin yumurtadan çıkmış olduğu sahile geliyorlar. Bu inanılmaz döngünün sürebilmesi için de bir sahilin bugünü kadar 25 yıl sonrasını da korumayı başarmamız gerekiyor.*
Yaz bitiyor; Çıralı sahilindeki tüm restoranların ışıkları sönüyor ve karanlıkla baş başa kalıyoruz. Yıldızlar, ah yıldızlar…O zamanlar hiçbir sokak lambası yok; gökyüzünü tamamıyla kendi ışığıyla görebiliyoruz. Televizyon seyretmeyi de İstanbul’da bırakmışız. Doğanın kendisi belgesel olmuş; biz onu seyrediyor, ondan öğreniyoruz.
İstanbullu amcamızın İsviçreli eşi bitkilere pek meraklı ve ondan nefis kitaplar ödünç alıyoruz; başlıyoruz onları çalışmaya…İstanbul’dayken kitap fuarından Akdeniz doğası ile ilgili bir cep kitabı edinmişiz zaten. Haydi bakalım ellerde kitaplar, kafalar yerde ”a aaa bu da varmış bahçede, aaaaa şu da arka bahçede çiçek açmış” diye diye, zamanla masanın üzeri edindiğimiz diğer bitki kitaplarıyla doluyor ve biz böylece bitkilerin Latince adlarını, soyadlarını, şifalı iseler içlerindeki etken maddeleri, neye iyi geldiklerini, anavatanlarını, hangi toprağı sevip nasıl ışığa ihtiyaçları olduğunu bir bir çalışıyoruz.
Bu ne derya, bu ne hazine! Flora bize seslenmiş galiba; onun çağrısını duymuş olmalıyız. Bu aşk başka nasıl açıklanabilir ki?
Deniz kaplumbağaları hakkında bilgi için tıklayınız.
YORUMLAR