İstanbul sevgilim!
Acelem yok, hiç bir yere yetişmeye çalışmıyorum. Bindiğim otobüsün içinde etrafımı inceliyorum. Hızla geçen görüntüler var dışarıda… Panolardaki renk renk reklamlar çok komiğime gidiyor. Kimleri etkiliyorlar acaba diye düşünüyorum.
Ağaçlar geçiyor; mantar gibi biten göğüdelenlere inat, kollarını göğe uzatmış, şehrin iyiliği için dua ediyor gibiler… Kuşlar kanatlarını şehirdekilere özgürlüğün hafifliğini hatırlatırcasına açmış süzülüyorlar. Oklar farklı yönlere işaret ediyor: “İster buraya ister şuraya sap; yol bu, seçenekler de bu, ben tabelayım, durum belirtirim, sen nereye gitmek istediğine karar ver ve o yola sap, gerisi kolay, yol seni götürür, için rahat olsun.”
Uzunca boylu, kıvırcık saçlı bir genç dikkatimi çekiyor otobüsümüzde. Gömlek ve kravatlı, üzerinde montu, elleri cebinde, gözleri çoğunlukla yerde, ara sıra dışarıya ve diğer insanlara bakıyor. Cep telefonuna yolculuk boyunca hiç bakmadığını, saate bakmak için bile cebinden çıkarmadığını fark ediyorum. Cep telefonu yok mu yoksa?
Güneş binaların arasından yol bulmuş, otobüsten içeri sızıyor. Akşamüstü ışığıyla apaydınlığız. İçim kabarıyor.
Kıvırcık saçlı genç Beşiktaş’ta iniyor; başka kapıdan inen kasketli bir amcanın koluna giriyor, birlikte yürümeye başlıyorlar. Baba oğul imişler de hiç konuşmamışlar otobüste sanki! Belki de komşuydular, doktora gidiyorlardı birlikte, ondan öyle düşünceli ve sakindi genç.
Sonraki durakta inip vapura biniyorum. Akşamüstü bütün güzelliğini İstanbul’a saklamış. Şehirle birlikte mutluyuz. Güneş var ya! Koca bir de deniz var. Bir de o kanatlarını açıp kurutan karabataklar. Kendi cumhuriyetlerinde yaşayan koca bir topluluk. Yağmurun nasıl da hasretle beklendiğini hatırlıyorum sonra. Yağmuru diliyorum göklerden.
Vapurdan inerken artık coşmuş bir haldeyim; herkese “sizi de, bu hayatı da, yaşamayı da çok seviyorum” diye bağırmak geliyor içimden. Kadıköy’den metroya binerken artık taşıyorum ve içimden şu sözler yükseliyor: “O kadar zenginim ki, çok şükür!” Selahattin’in meşgul olduğunu, onu arayamayacağımı bildiğimden kız kardeşlerimden, sevgililerimden birini arıyorum heyecanla ve diyorum ki: “Şu anımı senle paylaşmak istedim! Bundan önce İstanbul’a gelişlerimde içime bir hüzün çökerdi; şehirde kaybolmuş, minicik ve çaresiz bir böcek gibi hissederdim kendimi. Bu kez öyle olmadı, şehir beni iyileştirdi; güzelliğini, özlenesiliğini gösterdi bana. İstanbul’da evimiz yok derdim soranlara. Bu kez diyorum ki: Ne kadar zenginim! Müthiş bir şey bu!” İçimde yaşadıklarımı ancak bu kelimelerle özetleyebiliyorum şu an. Belki ileride daha detaylı anlatabilirim.
Bu İstanbul gezimizde bizi evlerinde ağırlayan canlara sonsuz şükranlarımı yolluyorum. Keselerine, sofralarına bereket duası ediyorum. Armağanları da bol olsun. Kolayca aksın işleri. Rast gitsin. Hayırlısıyla.
***
Ne çok evim var benim! Evlerimden birinin balkonunda sabaha az kala kuşları dinliyorum. Binalar binalar ve binalar var şehrin o anki sessizliğinde. Hüzünleniyorum bir an. Şehir nasıl bir yer, nasıl bir şey olmalı?
İstanbul’da aldığım güzel haberlere bir yenisinin daha eklendiği geliyor o an aklıma; seviniveriyorum yine: Yaşayanlar şehirlerine sahip çıkıyor! İstanbul Hepimizin hareketiyle başlayan şehir sözleşmeleri yayılıyor. İstanbul’dan sonra Batman ve Antalya da şehir sözleşmesi hazırlayan ve bunu imzaya açanlar arasına katılmış. Niceleri olsun inşallah.
Ben geçen gün Antalya Sözleşmesi’ni imzalamıştım. Bugün de İstanbul Hepimizin kampanyasını imzaladım. Verdiğim imza için teşekkür etmişler e-posta ile, benden de arkadaşlarıma şu metni iletmemi istemişler; herkesi yaşadığı şehre sahip çıkmaya bir kez daha davet etmiş olayım ben de bu vesileyle:
“Merhaba!
Az önce, change.org'da bu kampanyayı imzaladım "#İstanbulHepimizin demek için, daha iyi bir İstanbul için, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalıyorum".
Sağol!
Ayşe”
İstanbul da hepimizin, Antalya da, Batman da…
***
Acelem yok evet; şehirde bir turist gibiyim. Geziyorum ve şehrin keyfini yaşıyorum. Otobüs saatinde gelmedi diye hayıflanmak yok, trafik sıkıştı diye de dertlenmiyorum. Her yere olmam gereken anda varmış oluyorum böylelikle. Telaşsızca detayları görüyorum güzel şehrimde bir bir. Bi kere daha bırakıp gideceğim sevgilime bi daha âşık oluyorum. Bu kez ağlatmıyor beni İstanbul ama. Önceki gelişlerimde sevgilimin koynundan çıkıp gitmişim de ona ağlıyormuşum gibiydim, o sevgilimin içinde binlerce sevgilim vardı geride bıraktığım. Şimdi öyle değil; içimi güldürüyor, yüzümde güller açtırıyor İstanbul bu kez. Mona Lisa gibi gezdiriyor yollarda. Şehirde birbirimize değdiğimiz hayatlarla birlikte güller açıyoruz. Tüm canlarımı birbirine emanet ediyorum. Şükürler olsun.
İstanbul’u da size emanet ediyorum canlar. İçim rahat.
Kendimi huzurla aşkın akışına bırakıyorum.
Ne güzelsin İstanbul!
Varol.
Nefis bir ön sevişmeydi.
YORUMLAR