Çaresizlikten çıkış…

Yıl 1996, kiraladığımız pansiyonda dördüncü yılımız. Hayalimizdeki bahçeyi oluşturmak için hâlâ bir yer bulamamış durumdayız. Hem ailemden hem de komşulardan gelen “e hadi bir yer beğenin artık, armudun sapı, üzümün çöpü, olmaz böyle” baskılarından bana darallar gelmeye başlamış, kendimi çaresiz, kapana kısılmış gibi hissediyorum. Yatak odamızda peçete, tuvalet kâğıdı ve şarap kolileriyle birlikte yaşıyoruz zaten, oda üzerime üzerime geliyor, kalbim çarpıyor, uykularım kaçıyor. Haydi uyudum diyelim, en ufak bir seste uyanıp bir daha da uyuyamıyorum.



Yavru haliyle yoldan geçerken bahçemize sapmış ve birbirimize âşık olmamız sonucu bizimle kalmış köpeğimiz Kuki var. Susam Sokağı'nın Kurabiye Canavarı’nı çok sevdiğim için ona bu adı veriyorum. Çok sevimli ve dost bir köpek, iyi arkadaş oluyoruz. Köyün pek çok köpeği gibi tüm gün bağlı kalmayı ona reva görmediğimizden, özgürce dolaşıyor.


Bir gün, yakınlardaki bir pansiyonun sahibi geliyor ve şöyle diyor: “Sizin köpek sahipsiz üç dört köpekle bir olup ördeklerimizi öldürüyor, çete olmuşlar, her gece gelip ördekleri boğuyorlar. Ya köpeğinizi bağlayın ya da vuracağım!” Neee? Vurmak mı? Öldürmek yani! Olamaz!



Çaresiz bağlıyoruz Kuki’yi. Ama hep bağlı tutamayız ki hayvancağızı. Biz de onunla birlikte yürürüz o zaman.



Zaten erken kalkıyorum, Kuki’yi ben gezdireyim bari. Akşamları da Selahattin’le birlikte gezdiririz. Böylece sabah akşam sahilde yürüyüşler yapmaya başlıyoruz. Nefis gündoğumlarına şahit oluyorum, dalga sesleriyle sabahın serin ve taze havasını içime çeke çeke yürüyorum köpeciğimizle. Yaz bitip de havalar kışa döndüğünde de biz gezilere aralıksız devam ediyoruz. Fırtına, yağmur dinlemiyor, her türlü hava şartları altında giyinip kuşanıp yola çıkıyoruz.


Kuki’nin sevdalısı “Yelken” kedimiz var bir de. Ne kadar sessiz olursak olalım, zincirin çözülme şıkırtısını algılıyor ve o da başlıyor bize eşlik etmeye. Biraz ilerleyince, erkek bir kedimizin şerrinden kaçıp komşu pansiyona sığınan ve yemekten yemeğe eve uğrayan diğer kedimiz “Kıyı” da bizim oradan geçişimizi fark ediyor ve hemen “mi i i i “ diye laf atıp peşimize takılıyor. Yürüyüşümüzün son noktası kumsalda ters çevrilmiş duran bir kayık. Bir köpek, iki kedi ve iki insan bir kayıkta oturup gece ufkuna nasıl bakarsa öylece duruyoruz orada. Bir süre dinlenip dönüş yolculuğuna başlıyoruz sonra.


Hani hep derler ya “sen köpeği gezdirmezsin, köpek seni gezdirir”, sanki bu bizim için söylenmiş. O ne şimşek-şovları, o ne yıldızlı-samanyollu geceler, ay-büyülü sahil manzaraları! Dünyada o an bizim seyrettiğimiz gibi bir manzaraya bakmakta olan kaç kişi vardır, kaç kişi bizim şu an yaşadığımız keyfi alıyordur diye merak ediyoruz. Ne kadar şanslıyız!


Aferin sana Kuki, ne haltlar karıştırdın! Başımıza bir iş açtın, hayatımız değişti.


Görev gibi başlayan bir şey, düzenli yapılan ve yapılırken de keyif alınan sürprizli bir şeye dönüşüyor. Hem yürüyorum hem de kendimi dua ederken buluyorum: “Allahım bir yer bulmamıza yardım et, insanlığa faydalı işler yapmamıza izin ver, hayırlısıyla bir yerimiz olsun, yardım et bu durumdan çıkmamıza, hayırlı olanı kolaylaştır, kalbime ferahlık ver.”


Köpecik meğer bize nasıl bir iyilik yapmış! Sıkıntılarım iyileşiyor, uykularım tekrar düzene giriyor, içim ferahlıyor. Sınavlara girmezden önce ettiğim dualardan yıllar sonra, düzenli olarak dua etmeye ilk o zaman başlıyorum.


Keramet bir şeyleri düzenli yapmakta mı yoksa?


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.