Çıralı’da eko günler…

2000. Yıllardır beklenen yıl. Pansiyon sonrası taşındığımız evde yaşarken, yer arayışlarımız da bir yandan devam ederken, ikide bir “biri jeolog olsa da bu dağlar-taşlar nasıl oluşmuş bize anlatsa” diyoruz. Sanki evren çağrımızı duymuş gibi, yine bize sürprizlerle yolluyor dileğimizi. Çıralı’nın Caretta Caretta kaplumbağalarının koruma alanı olması dolayısıyla orada bulunan Doğal Hayatı Koruma Derneği çalışanı arkadaşımız, köyde organik tarım ve eko-turizm seminerleri düzenlemeye karar veriyor. Artık boş vaktimiz var ya, tabii ki katılıyoruz.


Organik tarım için iki ziraat mühendisi gelmiş, geleneksel tarımda yapılan yanlışları bir bir sıralıyorlar. Suni gübre ile bitkiyi beslemeye çalışmanın, sağlam insanı serumla yaşatmaya çalışmak kadar saçma olduğunu söylüyorlar. Şaşkınlıkla dinliyoruz örnekleri. Halk arasında “ilaç” diye anılan böcek ve ot öldürücülerin varlığından haberdardık ama bu kadar detaylı dinleyince dehşete kapılmamak mümkün değil. Bir şeyi iyi edecek diye adına ilaç demişler ama o ilaç yaşamı öldüren bir şey. Bu ne yaman çelişki anne! Eskiden bir tek “ilaç atarken” ve o ilaç tüm zararlıları öldürürken artık her zararlı için ayrı ilaç kullanmak zorunda kaldıklarını anlatıyor köylülerimiz. Meğer her böcek ilacı bir böceği öldürürken bir başka böceği çekiyormuş kendine. Buyrun bakalım, o böcek için size şu şu ilacı verelim!


Eskiler, toprağında bol solucan bulunanı şanslı sayarlarmış; eskilerde yetişen buğdaylar insan boyunu aşarmış; şimdiyse suni gübre veriyorlarmış ama yine de boyları büyümüyormuş. Aaaah ahhhh. Eski günler! Allahtan doğal gübrenin hızla çözünmesi için solucan yetiştirmeyi de öğretiyorlar da, hayıflanmak yerine çözüm üretmenin örneklerini de görmüş oluyoruz.


Eko-turizm seminerini de Tübitak’tan gelen bir jeofizik uzmanı veriyor. Eko-turizmin ne olduğunu, nasıl hızla geliştiğini, bu köyde eğer organik üretim yapılırsa yeni gelen turist otobüslerinin önce gelen otobüsler ayrılana kadar bekleyeceğini, gelenlerin kendi meyve-sebzelerini dalından toplayabileceğini anlatıyor. İlk gün okula toplaşan köyün gençleri hocanın söylediklerine karşı çıkıyor: “Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Siz bizim ekmeğimizle mi oynuyorsunuz?” Adamcağız kızarıyor, bozarıyor. Ne cevap vereceğini şaşırıyor. Daha çok turist gelsin de nasıl gelirse gelsin kafası ürkütücü.


Ertesi güne köyde yaşayan bir komşumuz ve biz kalıyoruz sadece, hocamız bize hava fotoğraflarına özel gözlüklerle bakmayı, sahillerden kum alınmasının sakıncalarını, suyun nasıl güçlü bir şey olduğunu, değişen dengeler sonucu eğer bir gün sahillere kondurulan apartmanları deniz yutmaya başlarsa, yapacak tek şeyin çantayı alıp gitmek olduğunu anlatıyor.


Sonraki günlerde, hocanın anlatacaklarına meraklı bizden başka kimse kalmıyor; sanki özel ders alıyoruz. Hocanın bir elinde jeoloji çekici, diğer elinde taşlar ve mineralleri gösteren bir kitap, taşları belirlemek için damlatılan asitlerin olduğu küçük şişeler olduğu halde dere yataklarında geziyoruz; gezerken gördüğümüz taşları kırıyoruz. Hoca hemen heyecanlanıyor, asit damlatma testinden sonra oluşan görüntüye bakıp, kitabın sayfalarını hızla çevirip bize gösteriyor. “İşte bu kumtaşı, işte bu krom içerikli taş, işte bu şu şu taş.”


Meğer deniz milyonlarca yıl önce dağların dibindeymiş, meğer çoğunluk görüntüyü oluşturan kireçtaşı dağlar, okyanus tabanında yaşayan tek hücreli canlıların birikmesi sonucu oluşmuş ve kıta hareketleri sonucu yükselmiş, serpantin kayalıklarımız da meğer denizin altında magma çıkışının katılaşmış halleriymiş, su nasıl olur da kil katmanına rastlayınca toprağa sızamayıp dışarı akarmış, Çıralı’da şu anki sahil, milyonlarca yılda oluşan üçüncü kumsalmış, biz şu anda ilk kumsalın üzerinde oturuyormuşuz, sabit kumul betondan daha sağlam olurmuş, Çıralı’nın bu güzelliği, denize dökülen dere taşlarının hâkim rüzgârın sahile verev esmesi sonucu birikmesiyle ve arada oluşan lagünün de zaman içinde dolmasıyla oluşmuş.


Ohhhh çok şükür, biri bize anlattı şu dağları-taşları!… Meğer ilk sahil oluşumuzdanmış bizim oturduğumuz yere Uzunkum mevkii denmesi. Ondanmış etrafımızda sahil bitkilerinin yetişmesi. Ondanmış iki yanımızda kışın çok yağmur yağdığında hala göl olması. Ne kadar şanslıyız; kahvaltı yaparken suda oynaşan sakarmekeleri, suyun kıyısında gezinen balıkçılları, gökte uçan ibis kuşlarını seyrediyor, ve bir yılbaşı gecesi yurdun her yerinde soğuklar hüküm sürerken, ılık Akdeniz havasına sığınmış bir kuğunun ziyaretiyle yeni yıl armağanı almış oluyoruz evrenden.


Artık Çıralı bizim için başka bir anlam kazanıyor. Milyonlarca yılda oluşan bu güzelliğe bir kez daha âşık oluyor, burada yaşadığımız için şükrediyoruz.






YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.