Mauna

Gezdiğimiz dağ köylerinden birinde tanıştık onunla, Muazzez’le. Ne zaman uğrasak bir şeylerle uğraşır, bir işi bitirince bir diğerine başlar, keçilerinin peşi sıra bir taştan bir taşa zıplar, durmadan çalışır görürdük onu. Hiçbir gün de ayaklarını uzatıp oturduğunu, dinlendiğini görmedik. Bir keresinde sordum: “Muazzez hep böyle koşturuyorsun, ne hareketli kadınsın maşallah, hiç yerinde durmuyorsun!” “Ne yapayım,” dedi, “oluşum böyle.”





Ne güzel anlatmış durumunu değil mi? Böyle doğmuş, böyle “ol”muş! O zamandan beri bizim de dilimize yerleşti, yeri geldiğinde kullanıyoruz “oluşum böyle” diye.





Ben de kendimi bildim bileli konuşkanımdır. İlkokulda, çok konuştuğumdan dolayı, öğretmenim bana “geveze ördek” adını takmıştı, düşünün artık. Sabah uyanır uyanmaz konuşmaya başlayabilirim mesela, afyonumun patlaması gerekmez. Canım biraz sıkkın olsa bile misafir gelse konuşabilirim, canımın sıkkın olması kimseye surat asmamı gerektirmez diye düşünürüm.





Sustuğum zamanlar genellikle bir işle uğraştığım zamanlar. Beni çalışırken gören bir arkadaşım şaşırmıştı bir keresinde, “ne kadar ciddi çalışıyorsun” demişti. Tek başınayken evet öyleyim, sessiz sessiz çalışıyorum, bulaşık yıkıyorum, yemek yapıyorum, pek çok şeyi düşünüyorum böyle zamanlarda, “keşke yakama takılı küçük bir mikrofon olsa da sesli düşünürken kaydetsem gelen düşünceleri, ilhamları” dediğim oluyor çoğu zaman. Ama yanımda birileri varsa konuşarak da çok rahat çalışabiliyorum.





Konuşmayıp da ne yapayım, doğar doğmaz başucuma pilli radyo koymuşlar, ne çalsa dinler, kolayca uykuya dalarmışım. Sonrasında da radyo hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu ve tabii müzik. Hayatımın müzik sayesinde kaç kez değiştiğini daha önce anlatmıştım.





4 yıl kadar önceydi, bir arkadaşlarımın bebeği oldu ve ben onların oteline yardıma gittim yaz sezonu için ve haliyle dünya ile iletişimim koptu. Baktım ki oluyormuş böyle, radyo, TV, gazete takip etmeden yaşanabiliyormuş, o yaz sonunda tamamen bırakayım bunları dedim. Selahattin de dünden razı, uyanır uyanmaz pilli radyonun düğmesine basmamdan muzdarip bir şekilde yıllar geçirmiş adamcağız ne de olsa. Bir anda bıraktık her şeyi, haberler zaten bir şekilde geliyor, dünya ile bağlantımızı koparmak gibi bir niyetimiz de yok, ama hiç olmazsa kendi istediğimiz kadarı olsun dedik. Çok iyi yapmışız. O günden beri evde bir yayın yok, sadece arkadaşlarımızdan duyduklarımız ve sosyal medyadan “gözümüze çarpanlar” var. Daha sessiz bir hayatı deneyimlemeye başlamış olduk böylece, hatta müziksiz günler bile geçirdiğimiz oluyor artık. Oluşuma ne kadar ters! Olsun. Sessizlik de güzel.





Doğanın sesi var, sessizlik yok ki! Kuş sesleri var, derenin sesi var, rüzgârın esintisi, yaprakların hışırtısı var, istersem onları dinleyebilirim, ama eğer istersem kendi içimde yolculuk yapar, kendi iç sesime kulak da verebilirim!





Bahar temizliğine başlamıştım ya, bu fırsatı değerlendirip biraz konuşma orucu yapayım dedim. Raflardaki kitapları indirip kütüphaneleri silmeye başladım dün ve çok az konuştum. Sadece sorulduğunda cevap verdim. Ben ve bu kadar az konuşmak ! Ne güzel oluyormuş böyle gün boyu! Oluşumun dışında bir şey yaptım ve çok da mutlu oldum.





Yazıya ara verdim az önce ve bir arkadaşımı aradım, geçenlerde Moğol bir şamana gitmiş bir arkadaşının yönlendirmesiyle ve şaman ona çok konuşmamasını tavsiye etmiş, hava yutuyormuş insan çok konuşunca meğer. Sonra yazdığım yazıdan söz edince, bana “mauna” diye bir kavram olduğunu söyledi. Sorayım gugıl amcaya neymiş şu mauna.





Doğru yoldaymışım meğer! Sanskritçede mauna, sessizliği gözlemlemek demekmiş, zihni sessizleştirmek için yapılan bir çalışmaymış, ama öyle benim gibi ara sıra konuşarak değil, sadece konuşmayarak da değil, en kısasından bir 24 saat yüz yüze ya da telefonla konuşmaksızın, yüz ifadeleriyle bile derdimizi anlatmaya çalışmadan, e-maillere, televizyona bakmadan, internetten uzak, oyun oynamadan, gazete, kitap vs. okumadan zaman geçirmemiz gerekliymiş!





Hani şu maymun zihnimiz var ya, bıcır bıcır konuşuyor, biz konuşurken onu duymamız mümkün değil, söylediğine dikkatimizi vermezsek onu sakinleştirmek mümkün değil, zihnimizi dinlemek için de sessiz olmamız gerekli…. Buyurun bakalım, demek ki benim yaptığım ön çalışma bile değilmiş, olsun, yine de çalışma çalışmadır, beni buralara getirdi ya, gerisi de gelir inşallah.

Hem ne demişler, bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.




Öyleyse niyet ediyorum Allahım mauna çalışmasına, tez zamanda en küçüğünden bir tam günle başlamaya!




Bakalım iç sesim bana neler fısıldayacak?









YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.