Hayat devam ediyor
İstanbul’da geçen yoğun günlerimin, uykusuz gecelerimden sonra eve dönmek her zamanki gibi iyi geldi. Geldi gelmesine de, her yerden bir anı fırlıyor. Babam şurada otururdu, kolunu da şuraya yaslardı, biz müzik yaparken darbukayla eşlik ederdi…Anılar ahhh anılar ve babamla birlikte gitmiş onlarca hikaye! Keşke daha çok kaydetseymişim babamı. Ama keşkeler olmayacaktı hani hayatta? Ah keşkem, olmayaydı iyiydi. Ama varlar ve bir araya gelip üşüşüyorlar üzerime. Şükür ki gelme sıklıkları azaldı, sıcak basmalarım da kesildi, kendime gelmeye başladım. Yine de nasıl geçer bu yürek sızısı bilmem…Bir an kendimi çökkün, bezgin, yorgun ve çaresiz hissediyorum, bir an içimi ısıtan güneşin kollarına bırakıyorum ohhh!
Uykularım şehir dönüşü geri gelirler hep, neredeyse bir hafta her fırsatta uyurum. Yine öyle oldu. Kışın da etkisiyle erken yatıp geç kalkıyorum, iyi geliyor. Tüm geçiş dönemlerimiz birbirine karıştı sanki, menopoz, dünyadan gitme, mevsim geçişi… Bugün buralara bahar geldi…
İstanbul’a apar topar gidince, yeni kurduğum siyah zeytin kavanozlarını döndürme işini telefonda hatırlatmak durumunda kaldım Selahattin’e, sonra da zeytinleri unuttum telaşımdan, nasıllar diye sormak aklıma bile gelmedi. Benim dikkatim de başka türlü çalışıyor şehirdeyken. Kardeşimde ve görümcesinde biriken gazete yığınlarını görünce gözlerim parladı bir anda, aklıma kullanılmış gazete ihtiyacımız geldi. Kışın soba yakmada kibritten sonra iki numaralı arkadaşımız gazete, her türlü tutuşturma işinin aranan adamı. Kardeşimle topladık gazeteleri, el çantalarına öbek öbek yerleştirdik, nasılsa hafifler. Otogarda müjdeyi verdim Oğuz’a telefonda: “Sobada yakmalık gazete getiriyorum bissürü!”
“A aaaa, biz de sana söyleyecektik bulursan getir diye de unuttuk sonra, iyi oldu bu!”
“Heh ben de kendiliğimden getiriyormuşum işte! Konuşmadan anlaşmışız ne güzel!”
Bir de eve döndüm ki Oğuzcuğum zeytinleri de çevirmiş düzenli, hem benim yaptığım işleri üstlenmiş hem de Selahattin’e yapamadığı işlerde destek olmuş sağolsun. Her yer tertemiz, bakımlı… Özenmişler ikisi de sağolsunlar. Oğuz buranın düzenine alışkın olduğu ve Selahattin’e eşlik ettiği için hiç aklım kalmamış evde şehirdeyken, halledeceklerine güvenmişim, unutmuşum hatta flora’yı. Ahhh ne kadar da ihtiyacım varmış unutmaya!
Şehrin kaloriferli –hatta kombili desem daha doğru olur herhalde- evlerinin konforundan sonra soba sıcağıyla yaşamaya yeniden uyumlanıyorum. Kendime hatırlatmam gerekiyor ilk döndüğüm zamanlarda: “Dışarı çıkarken üzerine montunu giy, çişin gelince de tutma zira yolun uzun sayılır tuvalete kadar.”
Nefesimi tuttuğumu fark ediyorum bu aralar yine. Ankara’dan gelen misafirlerimiz Selin ve Serkan ile akşam bahçede ateş yakmak üzere konuşmuştuk, akşamüstü onlar odun toplarken ben de günün son ışıkları eşliğinde ateş yerinde birikmiş kül yığınını kürekle el arabasına doldurup taşıdım, kompost yığınının oraya yığdım, birkaç sefer ettim bahçe içinde böylece, bahçeyi içime çeke çeke gezdim yol boyu. Ohhh!
Bu Tahtalı Dağı’na, bu ışığa, kış güneşine, bu mavi göğe, bu beyaz bulutların altında yükselen bol yeşilli-renkli ormanların tonlarına âşık olup buralara göçeli 24 yıl olmuş, baharda şehri geride bırakışımızın üzerinden 25 yıl geçmiş olacak.
Geçen gün yine güneşi fırsat bilip şezlonga oturdum da Tahtalı Dağı’na baktııım baktım, içimde neler değişmiş, nasıl da başka türlü bir umutla bakıyormuşum o zamanlar ve heyecanla, bilinmeyen, kaygılanılmayan bir geleceğe doğru. Şimdi o gelecek bugün oldu ve ben içinde yaşıyorum, sadece ölüm fikri beni dürtüklüyor artık, “Haydi kalk ayağa ve davran” diyor. Bir taraftan da bir ağırlık, bir sakinlik bende, dakikalarca suskunluk, hayat yavaş akıyor sanki. Umudum hep var çok şükür, heyecanım da, yine de o zamanlardaki umudu ve heyecanı hatırlamaya ihtiyacım varmış! İyi oluyor bu dürtük işleri iyi.
Az durun, kendime gelmeme az kaldı, sonra oturup yazıcam birer birer… Yeni hayattan yepyeni hayata geçtim ne olsa, şaşkınım.
Hayat işte, devam ediyor.
Yine bir duayla bitireyim…
İçinde havanın hiç tükenmediği, nefes alan evlerde yaşayasınız e mi!
YORUMLAR