Çaydanlığın türküsü: “İstersen gel dönelim eski günlerimize”
Bugün yoğun bir gündü, Kemer’deki işlerimizi halledip akşam eve vardıktan sonra şöyle bir oturup kendime gelmem gerekti; biraz çay biraz da kuzine başı keyfi yorgunluğu ve soğuğu unutturdu, kendime geldim. Ne yazsam acaba bugün? Dur ben soba başında sakince bir oturup tefekküre dalayım. Sandalyenin üzerinde dikleştim ve nefesime odaklandım; bir süre soluduktan sonra bıraktım zihnimi akışına… Gözlerim kapalı…
“Selin’le Serkan ne şekerdiler, birlikte ne güzel zaman geçirdik, bırak geçsin, askıdaki çamaşırların kuruyanlarını tersyüz edeyim, soba harlanmaya başladı, kısmalı mıyım, yok, henüz faf faf faf diye fazla oksijen sinyali vermiyor, e peki ne yazıcam, bişey gelmiyor hâlâ…”
Çocukken kendimi iyi, mutlu hissettiğim anlarıma dönmek geldi içimden, belki bu yolculuktan bir şey çıkar, akışla gezeyim ben…
Soba harlandıkça üzerindeki çaydanlıktan hafifçe sesler çıkmaya başladı, ince ince bir şeyler fısıldıyor gibi, fısıltılar iyiden iyiye konuşmaya benzedi, müzik başladı, aşağıdan harlanan odunların gürül gürül sesi geliyor, yaylılara vurmalılar eklendi, soba daha hâlâ faf faf yapmadı, dilim hâlâ damağımda, sobanın sesi çaydanlığın türküsüne karıştı…
“…İlkokulda hasta olup okula gidemediğim bir gün, o çok sevdiğim öğretmenimin sınıftan birkaç arkadaşımla birlikte beni evimde ziyarete gelmesi, aynı öğretmenimin yaz tatiline denk gelen bir bayram zamanı bana tebrik kartı yollaması ve kartı iki yana açtığımda ortasında beliren kırmızı tonlarında üç boyutlu uçan balona bakarken yaşadığım uçma hissi,
masanın üzerine çıkıp da babamın kucağına atlayışlarım,
mahallece Belgrad ormanlarına pikniğe gittiğimizde etrafa yayılan reçine kokusu,
gittiğimiz misafirlikten eve dönüş vakti geldiğinde, uyuyakaldığım yerden kucaklanışımda yaşadığım hafiflik hissi,
Altınkum plajı dönüşü denizle oynaşmaktan yorgun düşmüş bir halde annemin omzunda uyuyakalmalarım,
Yaz tatillerinde tenhalaşan Şişli’nin Rüzgâr Palas’ındaki kocaman terasımızda eş dost yemek yiyip şarkılar söylediğimiz geceler…”
Ahhh çocukluğum! Ne mutlu bir çocuktum, hastalandığım zamanlar hariç… Bir gün neden çocukken astıma yakalandığımı öğrenebilmeyi umuyorum ve inşallah o zaman yakındır.
Çok öpülerek, sevilerek büyüdüm. Bebekken vapura bindiğimizde beni kucaklamak isteyenleri hiç yabancılamaz, hemen kollarımı açarmışım, böylece vapuru gezermişim elden ele, inerlerken alırlarmış beni annemler. Çocuk halimle mahallenin bebeklerini kucaklardım, anneleri çok mutlu olur, bense mest olurdum. O zamandan beri kollarım hep açık, herkesi kucaklamaya bayılırım…
“…Nişantaşı’nda, doğduğum ahşap evde yaşarken, çıkmaz sokağımızın etrafına yayılmış bahçeli evlerdeki çocuklarla toplaşıp “hadi atın aşağıya halılarınızı” diye komşularımıza seslenişimiz, onların pencereden halıları atışı ve komşunun betonla kaplı ön bahçesinde, musluğun ucuna tahta makarayı takıp yavaşça açışımız ve dizlerimizin üzerinde emekleyerek fırçalaya köpürte halı yıkayışımız dün gibi hatırımda…”
Oyyy ne daldım gittim ama!
Ben coştukça soba ve çaydanlık coştu, onlar coştukça ben coştum, ohh!
Tamam!
Kendimi yavaşça odaya geri getirdim, yavaşça gözlerimi açtım, ellerimi birleştirip kalbime koydum, sobayı ve çaydanlığı selamladım: “Namaste!”
Sonra da gelenleri yazdım, hoş gelmiş safalar getirmişler… Ben bu yaşadıklarımın derinliklerinden bir şeyler bulup çıkarayım hele.
Yazarken “acaba kırmızı ayakkabılarıma mutlu olmamış mıydım, niye aklıma gelmedi ki” diye kendi kendime konuştum. Olmaz mı, nasıl da mutlu olurdum yeni bir şeyler alındığında ya da annem diktiğinde. Sanırım bu ilk aklıma gelenlerin ortak paydası “birlikte mutlu olmak”, “bir şeylere sahip olunca mutlu olmak” değil.
Çocuk saflığındaki mutlu günlerin özlemi bana birlikte yaşanmış mutlu anları hatırlattı bugün, içim ferahladı bir; gülen yüzlerin, kahkahaların anıları sızladı kalbimde. Bu aralar rüyalarımı hatırlamıyorum, uyandığımda geride kalan ve gün boyu benimle olan his şu:
“Tanıdığım bir grup insan, bir şeyler yapıyoruz ve mutluyuz.”
Hiçbir detay yok, sadece bu hisler ve hayal meyal hatırlamalar var, bu kadar.
Düşünüyorum da; çocuk saflığımızla, ağız dolusu gülmelerimizle, her şeyi ve herkesi sevmelerimizle o mutlu günlere geri dönebilir miyiz?
YORUMLAR