Barış için yaz!
Kendime izin verdim, akıyorum, Allahın adıyla…
Selahattin söyleyip dururdu: “Git yaşa işte küçük evde, bilgisayarını da götür, yaz, çiz, ne istersen yap rahat rahat” Ben ne yapmışım? Bu güzelim önerileri uzak bir hayalmiş gibi ötelemişim, hâlbuki burnumun dibi. Ne kadar kolaymış! Bir adım atmakla başlıyor ya her şey, sonrası çorap söküğü dedikleri... Küçük evde yaşamamak için direndiğim ne varsa kaldırdım aradan, bir haftacık içinde yaşadıktan sonra kampa gittim, bir hafta da uzak kaldım, yeni evimi ne çok özlemişim, döndüğümde bunu fark etmek ilginç oldu.
Uzun bir aradan sonra kendimle kalabildiğim anları keskin bir şekilde çoğaltmak öyle iyi geliyor ki, tamamen özgür alanım burası, kimse hurra diye dalamıyor, gelen kapıyı çalıyor, eski ev öyle miydi ya, bana neredeyse yer kalmamıştı!
Takıyorum kulaklıklarımı, bir elimde telefonum, sevdiğim şarkılarla dans ediyorum. Her şeyi unuttuğum anlar müziğin ritmiyle ayaklarımı yere vurduğum, kollarımı havada uçuşturduğum anlar, tüm eklemlerimi oynatıyorum. Sırtımdaki fibromiyalji ağrısına iyi gelsin diye düzenli dans etmiştim yıllar önce, sonra bıraktım şimdilerde ara ara dans eder oldum. Kolumu çalıştırmak için hayatıma düzenli dans girince yeniden, bir hayli açıldı kolum, işin ilginci fibromiyalji ağrılarım geçti! Bileymişim önceden daha düzenli yaparmışım, omzumu da çıt kırmazmışım. Ahh işte böyle oluyor, bazen bir şeyler sonradan dank ediyor… İyileşeceğim zaman için kendime bir söz vermiştim. Bu söz benim motivasyonum oldu. Sözümde duracağım, doğum günümde dans edeceğim… Sahne benim! Ohh, kaçarım kalmadı artık!
Küçük ev görevini yaptı, yazma kanalım açıldı. Durduramıyorum kendimi, zaten durdurmak isteyen kim... Buyursun gelsin içeri, hangi anı, düşünce gelirse gelsin, sansürsüz yazıyorum, kendime… İşimi gücümü bitirip bir an önce kendimi yazmaya atmak istiyorum. Büyük şifa yazmak…
Bazen bir şeyleri iki kere yazdığımı fark ediyorum. Aradan birkaç gün geçip de yazdıklarımı okuyunca anlıyorum ki bende ciddi izler bırakan olayları, hislerimi yazmışım vurgulamak istercesine, bakıyorum ikinci kez başka cümlelerle anlatmışım derdimi. Bazen hatırladığım bir anıyı nasıl aktardığım ve aslında gerçeğinin ne olduğu ile ilgili aydınlanmalar yaşıyorum. Bilinçaltım beni mutlu etmek için bambaşka kılıflar uydurmuş yaşadıklarıma… Şaşıyorum.
Kadın doğmak, kadın olmak… Bir kadının içinde neler olup bitiyor? Bir erkeğin içinde ne fırtınalar kopuyor? Sadece hormonlarının esiri olmuş çaresiz yaratıklar değiliz elbet. Onların işaret ettiği bir şeyler vardır belki, oralara şefkatle bakalım istiyorum. Bakabilmeye cüret edelim, dürüst olalım bir önce kendimize, yargılanmadan, suçlanmadan, kınanmadan, sadece kendimiz için yazalım caanım insan oğulları/ kızları, yaralarımıza bakalım. Nerelerde incindik, nerelerde kurban hissediyoruz? 'Ne yazacağım ki?' demeyin. Yazmaya başlayınca geliyor gerisi kendiliğinden. Akalım artık birlikte, çemberlerimizde kadınlık ve erkeklik hallerimizi konuşalım özgürce….
*****
Yolu yürürken durup arkama da bakmayı Selocanım öğretti bana. Bir anda durur ve arkasında yürüyen bana hızlıca döner ve işaret ederdi kafasıyla: “Bak! İşte böyle bir yoldan geldik, şu anda buradayız, konumlandır kendini” Sonra bende iz bıraktı böyle yürümek. Her yürüyüşümde mümkünse durup bir an arkama bakıyorum nereden geldim diye... Işık, manzara bir anda değişiyor, çok büyük bir kürenin içindeymişim ve o küre zamansız ve mekânsız boşlukta geziniyormuş gibi bir his, ne güzel dünya!
Yazdıkça dönüp dönüp okumak da işte öyle çok iyi geliyor. Bir haftada nasıl dönüştüğüme şaşmakla meşgulüm bu ara, içimden Ayşeler çıkıyor, ohhh, rahatlama hissi muhteşem!
Değişik yaş gruplarından, hayat görüşlerinden ve inançlardan insanlar okuyor yazdıklarımı. O yüzden olabilecek en açık haliyle yazıyorum. Hepimiz insanız, ya kadın ya da erkek, çalışma biçimlerindeki bariz bazı farklar hariç beynimiz, kalbimiz, bedenimiz aynı prensiplerle çalışıyor. O kadar aynıyız ki... Birbirimizi daha iyi anlamak için daha çok 'sahici hikâyeler' duymaya ihtiyacımız var gibi. Allahtan bazı erkek arkadaşlarım dürüstçe kendini anlatmaya başladı, yazıları yazmama ilham ve cesaret veriyor, ruhuma şifa oluyorlar. Biz kadınlar ve daha çok erkek, kendimizi daha açık ifade edebildiğimizde neler olacak kim bilir?
Erkek canlarım, bir kadını yargısızca dinlediniz mi hiç hayatınızda? Saatlerce zamanınızı verip can kulağınızla şifa oldunuz mu ona? Kalbiniz yumuşadı mı onu dinlerken, açıldı mı?
Peki ya kız kardeşlerim, bir erkek ne hisseder? Neler yaşar? Hiç sordunuz karşı cinsten birine, kalbini açması için alan tuttunuz mu? Aranızda bunları fıtratları üzere zaten yapanlar olduğunu bilmek içimi ferahlatıyor.
Yakınlık ihtiyacı en acayibiymiş, bu sürecimde bana alan tutan, arayıp soran, sohbetleriyle destekleyen, yanlarında kendim olabildiğim canlarıma bereket olsun, varlıklarına şükrediyorum. Birbirimizin ihtiyaçlarını daha söylemeden anlayıp hissedebildiğimiz canlarla kuşatılmış olmak ne büyük mutluluk, ne büyük zenginlik…
Bundan iki yıl önce, 'Andrew ile Öncü’nün Yolculuğu' çalışmasında, gece ormanda toplanmış, elimde tuttuğum sopayla şahitler huzurunda “iki dünya arasında köprü” olacağıma söz vermiştim. Bu iki dünya geçmiş ve geleceği, yeni ile eskiyi, bu ve öteki dünyayı, hayalle gerçeği, kadınla erkeği ve aynı anda hepsini temsil ediyor olabilir. Neredeyse her şeyin, her kavramın ancak çift kutupla tanımlanabildiğine alıştırıldığımız bir dünya üzerinden, her karşıt olanın birbiri içinde eridiği, kavramların yeniden tanımlandığı; umut, sevgi, barış, huzur, güven, adalet, şefkat dolu, kesintisiz bir aşk halinin yaşandığı bir başka dünyaya geçiş köprüsü… Kadın ve erkeğin barışması, kucaklaşması, yeryüzünde artık birliğin doğmasına vesile olmak için daha çok yazalım canlar, dökelim içimizi. “Aşk seninle her şey arasındaki köprü” diyor Mevlana. Ben de o köprünün kendisi olayım, aşk köprüsü olayım kadınla erkeğin arasında, barış köprüsü olayım diye yazıyorum.
Zor zamanlar geçirdiğim eski kocayı da affettim bu yazma sürecinde, ne de olsa o da kendi halinde bir güzel candı. Bilememiş bir kadına nasıl davranacağını, öğrenememiş belki de… Onu seçtiğim ve ondan gelen yansımaları hayatımdaki diğer erkeklere bilmeden yansıttığım ve erkek arketipinde belki de yaralar açtığım için kendimi de affettim. Affetmek ne büyük bir özgürlük, artık yazabiliyorum böyle şeyleri…
Sevgili erkek canlar,
Sizi seviyorum,
Sizden özür diliyorum,
Lütfen beni affedin,
Teşekkür ederim…
Evrendeki aslanın kalbi büyüyormuş, öyle diyorlar… Hayırlı tutulmalar olsun, içeride tutuk ne varsa çözülsün. Işık olsun, barış olsun, aşk olsun!
YORUMLAR