Havadan sudan haberler!…
Durmuyor bir şu maymun zihnim!
Kumluca’ya ya da Kemer’e gitmek, tekne turu yapmış gibi etki bırakıyor, hani tur dönüşü karaya çıkınca bir süre daha sallanır ya insan, öyle…
Cumaları Kumluca, pazartesileri de Kemer pazarımız var, bu hafta Kemer’deydik. Bahçeye yardım eden üç gönüllümüz var, Nesli ile pazara geldik, erkek arkadaşı Alman Oli ile Brezilya-Amerika melezi Jessica bahçede çalıştılar bugün. Pazara gitmek kırk kapının mandalını çalmak demek, ne yapalım, doğanın kalbinde yaşamanın bu kadar külfeti olsun artık, dönüp gelebildiğimiz sakin köşe var şükürler olsun ki.
Pazar dönüşü ayrı bir curcuna! Malzemeleri buzdolabına yerleştir, yenileri arkaya, kalan eskileri öne koy, yemeklik domatesleri gönüllüler rendelediler sağ olsunlar da ben odama kaçtım yazıyorum.
En sevdiğim zamanlar geldi, en sevdiğim yatay ışıklar şahaneliklerini sergilemeye başladı, renkli gündoğumları nefes kesiyor, bahçeye yeniden dönen sonbahar kuşlarının cikirdemeleri cırcırlar sustukça daha bir duyulur oldu, karıncalar bütün hızlarıyla kışa hazırlanmaya devam ediyor, bir anda yeni bir yuva beliriyor ve yeni karınca otoyolları oluşuyor, karıncalara basmadan yürüyelim diye uçmayı öğreneceğiz yakında.
Bu hafta beni en çok etkileyen şey neydi acaba? Neyi yazayım bu hafta diye düşünüp, aklıma geleni not alamayıp da atladığım ne çok konu çıkıyor gün içinde, özellikle yemek ya da bulaşık meditasyonlarımda… Ellerimin boş olduğu zamanlarda ise kendiliğinden gelenleri anlatmak için yanımda en kolay ne varsa ona kayıt yapıyorum. Ne çok istemiştim bunu, oldu sonunda çok şükür.
Kendime meydan okumalarım devam ediyor, ne zamandır ertelediğim bir şeyi yapmak üzere harekete geçtim; içten içe büyüyen, doğmayı bekleyen bebek gibi elbet bir gün gün yüzüne çıkacak, doğunca haberi duyulur nasılsa. Öhö!
Mevsimler değişirken uyku düzenimin de ona uyumlu olarak değiştiğini fark ettim doğada yaşayınca, havaların serinlemesiyle birlikte daha erken uykum gelmeye başlıyor, şu an saat 22:30 ve gözlerim ufaktan kapanmaya başladı bile, eve gideyim de, beni ancak tahin-pekmez ayıltır.
Bu yıl havalar bir tuhaf, çoğunuz “yandık, bayıldık” derken biz burada Ağustos’tan itibaren serin yaz geceleri geçirmeye başladık, yorganlarımız hiç kalkmıyor zaten (yayla reklamı gibi olmuş, bi öhö de buraya!), çoraba hırkaya ani geçiş yaptık, sonra bir bakıyoruz gece ılık bir hava esiyor fön rüzgârları gibi, kapı pencere açık, askılı elbiseyle dolaşıyorum yalınayak. Hayrolsun bakalım, bir ay öncesinden yaşıyoruz sonbaharı sanki.
Sahi nedir bu “sonra yaparım” kafası, nedir? Bunu sesli sesli sorar sormaz üzerimde gezinen karıncayı fark ediyorum, zzzzt hemen bağlantı kuruyorum ve yine sesleniyorum kendime:
“Karınca sonra yaparım diyor mu hiç?”
Orman yolundan bizim yola saparken işaret olsun diye taşları üst üste koymuştum dört beş yıl önce, güzel taşlar seçmişim ve doğaçlama öyle bir yerleştirmişim ki azıcık uzaklaşıp bakınca bir adam ve bir kadın birbirlerine yaslanmışlar gibi görünüyordu. Gidip gelişlerimizde hep içimden geçirirdim “şunun bi fotoğrafını çekeyim”, çektim mi, hayır, sonra ne oldu?
Bir gün bir arkadaşımıza kahve içmeye gittik, yine aynı şeyi geçirdim içimden benim tontonları görünce, sonra kahvemizi içtik dönüyoruz… Bizim sapağa gelince ne göreyim!!! Dağılmışlar! Aşağımızdaki araziyi çitle çeviriyorlardı, o sırada malzeme taşıyan kamyonlardan biri dönerken çarpmış herhalde, başladım tüh tühlemeye, ben tabii kamyon şoförüne ne kızıcam, kendime kızıyorum o anda:
“Gördün mü Ayşecim, yapıcam yapıcam dedin, al sana bakalım yok oldu, sanki sonsuza kadar orada kalacağını mı sandın, kimsin sen, bu nasıl kibir, sen ölümsüz misin ki, ertelemenin bu mudur manası, yapıcam yapıcam, ne zaman yapıcaksın, yok olunca mı?” (Yazarken fena oldum, kızmak ne kelime resmen girişmişim kendime oyy! Kendimi hemencik affediyorum.) Oracıkta bulduğum taşları dizdim hızlıca ama eskisi gibi olmadı, bir daha da elim gitmedi, ilk iş gidip bir deneyeyim en iyisi.
O yıllar önceydi, şimdi akıllı telefonla “ah kaydedeyim, fotoğrafını çekeyim” dediğim şeyleri yapmak bir keyfe dönüştüğü için bu konuyu ertelemiyorum hiç olmazsa, yayınlamakta biraz ağır davrandığım doğrudur. Bunun da üstesinden geleceğim inşallah, ölümlü olduğumu her gün hatırlatıyorum kendime.
Sonbahar yağmurlarını bekliyoruz aşkla, ara sıra mavi gök-beyaz bulut kombinasyonu beliriyor Tahtalı’nın tepesinde, arkası gelmiyor, bazen de gri bulutlar kaplıyor ortalığı, göksel sulama olacak diye seviniyoruz ama yok, yok!
Ne zamandır tepemizde usulca gezinen ışıl ışıl Samanyolu yerini donuk bir gökyüzüne bırakmış bu gece, az önce dışarı çıktım, yıldızlar geri gelmiş.
Mazhar Alanson haklı valla, beş dakikada değişir bütün işler!
Benden ve bahçeden yayınımız bu haftalık da bu kadar sevgili izleyiciler, bir sonraki yayınımızda buluşmak dileğiyle, aşkla kalın! Öhö!
YORUMLAR