Koca dünya şifahanesi…

Yaşam, ölüm ve yeniden doğum… Döngülerin içinde salınan ruhlar, beden giysisinin içinde kalmış canlar, bitişler ve yeni başlangıçlar, ferahlıklar, topyekun ferahlıklar…



….


Geçen yıl babamı yanımıza taşımak üzere İstanbul’a gittiğim sırada, fırtına ve yağmurun bir arada olduğu zorlu bir havada yalnızken, Selahattin güneş panellerinin inventör ve akülerini koruyan sistem uçmasın diye yerden üzerlerine ağırlık kaldırıp koyayım demiş ve iç dikişlerini patlatmış meğer. Sağlık ocağının doktoru yaptığı muayenede patlamaya ramak kaldığını, dinlenmesini söylemiş, Selahattin de bundan aldığı cesaretle, yazın gelen arkadaşlarımız ve gönüllülerimizle ortalık şenlenince coşup da bahçede çapa yap, bitki dik, kovayla su taşı derken patlağı büyütmüş bilmeden, sonunda şikâyetleri olmaya başlayınca hastaneye gittik ameliyatla yama konması gerektiğini öğrendik geçen ay ve bu ayın 12’si için ameliyat günü aldık.



Geçen yıldan mekâna, çalışanlara ve bir anlamda tıkır tıkır işleyen sisteme aşinayız, ameliyat da güzel geçti çok şükür, şimdi evdeyiz, Selahattin de iyi maşallah.



Bolca dinlenme ve gözlem yapma fırsatım oldu hastane denilen o ilginç varoluşun içinde geçirdiğimiz dört gün boyunca…



….


Hastane manzaraları…



Refakatçilerle birlikte dört kişilik odada yedi kişiyiz, küçük sohbetlerle başlayıp üç günün sonunda kahkahalarla gülüşen bir güruha dönüşüyoruz. Yardımlaşma her an, her yerde.



Birbirine çay, kurabiye, kolonya, zeytin, çorba ikram eden, kantinden ihtiyacı olana bir şeyler alıp getiren, asansörde kapıyı açık tutmak için elini araya koyan, koridorda volta atarken/ asansörde/ tuvalette geçmiş olsun dileklerini uçuşturan insanlar.



Asansördeki, kulağı kesilip başka bir yerden alınan deriyle kapatılmış orta yaşlı adam…



Tekerlekli sandalyedeki, ağzı maskeli küçük kız çocuğu…



Muayene sırasını bekleyen, iki eli de olmayan sırım gibi delikanlı…



Üç aydır yoğun bakımda yatan daha kırk yaşındaki kocasını kaybetmiş, “canımın yarısı gitti” diye katıla katıla ağlayıp da gözünden bir damla yaş akmayan genç kadın…



….


Sabahın beşinde karanlığı delen çığlıklarla uyanıyoruz Ümran’la, birbirimize bakıyoruz, gidip sarılmak isteği kabarıyor içimde, Ümran da “hadi gidelim” deyince gaza geliyorum, iniyoruz altı kat aşağıya…



“Ne diycem şimdi ben çocuklarıma, nereye gitti babanız diycem?” Adamcağız rüyasında beyaz gömlek giydiğini görmüş en son… ”O gördüğün kefenmiş meğer” diye ağlıyor kadın… Onun hemen yanında ölen adamcağızın sessiz sessiz ağlayan babası… Buruşuk yüzlü, saçı sakalı beyazlamış yaşlı adamın burnundan sümükle karışmış gözyaşları sızıyor, tepkisiz öylece boşluğa bakıyor yazık, arada kendi kendine konuşuyor ama hiçbir şey duyulmuyor, tuvalete seğirtip kağıt koparıyorum bolca, parçalara ayırıp ağlayanların eline sessizce tutuşturuyorum, içi yanan eşin elini tutup baş sağlığı diliyorum, sarılamasam da başını sağ elimle çenesinden yumuşakça kavrayıp sol elimle başını okşuyorum, dayanamayıp ben de ağlıyorum, Ümran da ağlıyor. Güneş daha doğmamış, şafak atmış tüm renkleriyle, bu yeni günü göremedi işte genç adam, kaç sabah daha göreceğiz ömrümüzde kim bilir? Bir tanecik hayatımız var ve her an nasıl kıymetli, her nefes, her bakış, her sarılma, her dokunuş, her hissediş!…



Ümran’ın yan yatakta yatan eşi Ahmet, bağırsak düğümlenmesi yüzünden ameliyat olmuş, 20 gündür serumla beslenmesine rağmen odadaki neşeden umudu çoğalıyor her gün ve son gecemizde tam da yemekler dağılıp bitmişken gelen doktorlar sulu gıdaya geçtiğini müjdeliyorlar, gözleri ışıldıyor Ahmet’in, ilk kaşık çorbayı içerkenki mutluluk anını herkes görsün diye fotoğrafını çekmeme izin veriyor, o ilk kaşıktan sonra birkaç saniye de beni bekliyor o haliyle.







Çorba keyfinden sonra doktorlar yine geliyor ve yarın taburcu olabileceğini söylüyorlar Ahmet’e, bunu duyunca ellerini göğe kaldırıp şükredişini ve dayanamayıp dizlerinin üzerine çöküp de korseli halinin elverdiği kadarıyla secde edişini de ömrüm boyunca hatırlayacağım.



Hastanelere Şifahane densin bence, hastalığı anmaktansa şifayı hatırlamak odağımızı iyileşmeye çevirmemize vesile olsun. Kim kime şifa oluyor, kim kimin doktoru belli değil. Başka bir iyileşme mümkün, şifa da aşk gibi her yerde biz kalbimizi açınca.



Geçen yıl hastane koridorlarında çaresiz dolanan, kendine ve herkese acıyan, kurban, suçluluk ve yetersizlik hislerinin birbirine karıştığı ruh halleriyle gezinen Ayşe yerine sakinlik ve tevekkülle an’a şahitlik eden bir Ayşe gelmiş; sevdiklerimi kaybetme ve ölüm korkumla ilgili yol katetmişim. Sonsuz şükür.



Bedenin iyileşmesi şifanın bir kısmı, ruhun iyileşmesi daha derin, bazen zorlu ama sonu feraha varan bir yolculukmuş. Şifaya giden yolda yollarımız da kollarımız da açık olsun, neyin nereden geleceği belli olmaz.



Akrep’teki Jüpiter şifayı da çoğaltsın…



Amin.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Amin
    CEVAPLA
  • Misafir Amin..
    CEVAPLA
  • Misafir Amin
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.