Doğada yaşamak mı?
Doğada yaşamak üzere yola çıkacaklara hikâyelerim var.
Yer aradığımız zamanlarda, Beydağları’na nazır, deniz seviyesinden yüksekçe bir köyde yolda yürüyen bir amcaya sormuştuk. “Burası kışın çok soğuk olur mu?” Amcanın verdiği cevap hafızamda capcanlı duruyor: “Netçen sen soğuğu! Kışın soğuğa bel veren yazın bey gibi yaşar!”
Bir arkadaşımız cennet diye diye geldiği Çıralı’dan, şehirde yaşadığı “lüks” hayatın nimetlerini bulamadığı için “Kerbela burası” diye koşarak dönmüştü, eşiyle yaşadığı sorunlardan dolayı kendini alışverişe vermiş, aradığı şeylere kolayca kavuşamayınca güzelim doğaya atmıştı suçu.
Bir başka arkadaşımız nişanlısıyla gelip bir ev tutmuştu, hem de köydeki nispeten iyi durumda olan evlerden, fırtına çıkıp da elektrik kesildiğinde internet de kaybolduğu için terk edip gitmişti kızı ardına bakmadan.
*****
Kış uykusu çok kısa sürdü, yine hareketli bir hayatın içindeyiz. Sürekli gönüllü başvurusu geliyor, doğada yaşama kararı verip de böyle bir hayatı deneyimlemek isteyenler, önce çiftlikleri gezmekle başlıyorlar. Flora pek çok insanın ilk çiftlik deneyimini yaşadığı yer oluyor, buradaki şartlar pek çok başka yere göre kolay değil, burada yaşamayı başaran her yerde yaşar, yine de beyazın da beyazı var.
Bir arkadaşımız aracılığıyla bir mail aldık geçen gün, Miriam ve Peter, gezgin bir çift, bizi de ziyaret etmek istediklerini söylemişler, adres sormuşlar, bilgisayar ya da cep telefonu bağlantıları da yokmuş, birilerinin telefonundan aramaları için numaramı verdim, Miriam Çıralı’daki marketten aradı, konuştuk, yolu tarif ettim. Dün gelmişler meğer, Bonustepe’de çadır kurmuşlar. Gamze bu sabah matını alıp yoga yapmaya Bonustepe’ye gidince karşılaşmışlar, Gamze’ye sormuşlar: “Ayşe’yi tanıyor musun?” Eh tabii tam üzerine basmışlar konunun, kahvaltımızı bitiriyorduk ki köpeklerin çılgın havlamasıyla masadan kalkınca sırt çantalarıyla gelen birileri olduğunu fark ettik, yolun ucundan Gamze ile birlikte göründüler.
Likya yolunu yürüyorlarmış, biraz yorulmuşlar, bizde yıkanıp biraz dinlenecekler, bize de yardım edecekler. Viktor’un keçiboynuzu ağacının altına çadırlarını kurdular.
Göçebe yaşıyorlarmış, gezileri sırasında tanışmışlar, vahşi doğada cep telefonsuz, bilgisayarsız ve elektriksiz yaşıyorlar, Miriam Hollandalı, 35 yaşında, sıkı bir avcıymış, 6 yıl boyunca Peter’in memleketi Yeni Zelanda’da, dışarıdan adaya getirilmiş ve oldukça fazla miktarda çoğalmış hayvanları avlayarak, doğadan bitkileri toplayarak yaşamışlar. Para gerektiğinde Miriam şehre inmiş, gitarıyla şarkı söyleyip para kazanmış, gerekli malzemeleri satın alıp Peter’ın yanına geri dönmüş. Peter da 65 yaşında, ikisi de yaşsız insanlardan. En kıymetli varlıkları sırt çantalarından sonra, yanlarında taşıdıkları, yürüyüş sopası olarak da kullandıkları üç dal parçası, bize o üç dalı uzun bir ip parçasıyla nasıl bağlayıp üçayak haline getirdiklerini gösterdiler hızlıca, ipin açıkta kalan ucuna bir tel bağlı ve telin ucuna da S şeklinde bir demir çubuk asılıyor, çubuğun ucuna da saplı bir tencere ya da çaydanlık, üste konan ne olursa altta yanan ateşte ısıtılıyor, pişiriliyor. Ne hayat! Ne büyük özgürlük!
Miriam bir de kitap yazmış, “Woman in the Wilderness” inşallah dilimize de çevrilecek yakında.
Doğada yaşamaya gelip sobanın başından ayrılamıyorsanız, elinizi soğuk suya değdiremiyorsanız, şehrin nimetlerine hâlâ doymamış ve konsersiz, sinemasız, sergisiz yaşayamam diyorsanız… Şu videoyu bir izleyin bence:
YORUMLAR