Zamanda yolculuk...

Zamanda yolculuk…


Bir arkadaşımızın sözüdür: “Zaman makinesine gerek yok; zamanda 100 yıl geriye gitmek istersen mesela, git ücra bir köye, al sana 100 yıl öncesi hayat. 100 yıl sonraya mı gitmek istiyorsun? Git Singapur’a, buyur 100 yıl sonrası hayat. Ya da 500 yıl öncesini mi istersin? Hoop, git Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki bi kabilenin yanına uç, işte zamanda yolculuk yaptın abi!”


Zamanda ileri yolculuk için gelişmiş bir ülkeyi seçmek artık dünün geleceğinde kaldı, teknolojide ilerlemenin, dev ve afili binalarda yaşamanın marifet olmadığı anlaşıldı, paranın yenmeyeceği de anlaşılmıştır umarım, en azından yakın çevremdeki canlar arasında hissiyatlar bu yönde.


Değişimlerin görünür olması da her şey gibi zamana ihtiyaç duyuyor, süreçlerimiz parmak izlerimiz gibi farklı, hiçbir şey değişmiyor gibi göründüğünde alttan alta akan bir nehir gibi büyüyor oysaki. Günü gelip de “bir saniye daha dayanamiyciiim” dediği anda dışarı taşan lavlar, toprağın altından çıkıp üstüne fışkıran sular gibi zamanını bekliyor, o hiçbir şey görünür bişey oluyor. Şehirlerde ev fiyatları da kiralar da düşüyormuş diyorlar, kırsalda ev arayanlar çoğaldı, kırsal dönüşüm görünür olmaya başladı artık.


Geleceğimi bugünden inşa etmenin hayal kurmakla başladığını anladım galiba, korktuysam da arzuyla istediysem de başıma geldiğini, geleceğimi kendim yarattığımı fark ettim. Kendimle dürüst bir ilişki kurmaya, bahanelerimi, manipülasyonlarımı, dirençlerimi, iç eleştirmenimin seslerini yakalamaya devam ettikçe de kaybettiğim güçlerimi geri toplamaya başladım. Cılız, umutsuz, küskün, kırgın, çaresiz bir isteyişle gür, canlı, hayat ve umut dolu, şefkatli, bağlantılı, aktif ve sorumlu bir isteyiş arasında güç farkı varmış; önceden bilinemiyor, sadece kestirilebiliyor, olduğunda anlaşılıyormuş.


Ben kalbimi genişletmek için yaşarken zihnim bir puzzle’ın parçalarını yerine yerleştirmekle meşgul. Dengeye yavaş yavaş gelmek de iyiymiş. Sarkacın salınmalarını hissetmeden, sakince yavaşlayarak, salınmayı salıncağa çevirip eğlenmeye başladıkça, karşı kıyıya atlayacak sakinliğe geldi kayık, duruldu sular. Bir adımda atladım; yavaşladı salıncak, gökyüzünde uçup uçup yere kondum, karşı kıyının da kuşuyum artık, suyun öteki yanına uzanan köprüyüm, bir orada bir burada olmalarım hem orada hem de burada olmaya dönüştü… Şükür kavuşturana, içimdeki erille yeni tanışıyoruz daha…


Zamanda ileri gitmem için bir hayli geri gitmem gerekmiş, üstelik kalbime geleni sadece zihnimde canlandırarak bile bunu yapabileceğimi, bunu yapabilecek bir makine olarak tasarlanmış olduğumu fark ettiğimde geri dönüşsüz bir neşenin içinde buldum kendimi. Onca kitap, film, çalışma, atölyenin dank ettiremediğini marketten çay almak üzere rafların arasında gezerken bir anlık uyanış yapıverdi, uyanış damlaları süzüldü gözlerimden. Ben kendimi eyleyip eğlendirmenin yollarını buldukça, ellerimi ve sesimi de kullanabilen zihnimi yeni ve başka bir disiplin altına soktukça, daha coşkulu bir yaşam kapıya dayandı, kendime gelmemi beklermiş. Mor Alev ne de haklıymış “neşe-keyif-coşku yolunu takip edin” derken.


Dünya üzerinde olan bitenler hakkında çardağın altında sohbete dalanları ateş başında gökyüzünü izlemeye davet ediyorum, dünyayı kurtarmakla uğraşacağımıza ister yıldızlara bakarken ister gözlerimiz kapalı hayal edelim; ateş gibi, etrafında kurduğumuz çemberler de kutsal artık, hep birlikte hayal kuralım her birimiz hayallerini anlatırken, hayallere güç verelim. Sınır yok, “saçma, olmaz, ütopik” gibi tanımlamalardan azade, en olmayacak olanı bile hayal etmeye cüret etmemizi öğretti Andrew hocamız, Allah ondan razı olsun, eski hayalleri hatırlamamızı istedi.


Eski hayal-yeni hayal, güncellemeler ve hayalsizlik. “Benim bir hayalim yok ki” diye cümleler de duyuyoruz arada, içim hop ediyor, hayallerin peşinden koşmak nasıl bir şey gözümün önüne geldi, şimdi sakince durduğum yerde her şey bana kendiliğinden geliyor. Hayal kurup sonra da zamanın ellerine bırakmak, teslim etmek gerekli derlerdi de, “Hmm, evet, doğru” derdim de bırakmanın da durmanın da ne demek olduğunu anca anladım.


Şimdi eski hayallerim ete kemiğe bürünüyor, uzaktan izliyorum adeta, hayallerimin içinde yaşadığımı fark etmekle her şey değişti. Dün, bugün ve yarın birbirinin içinde eridi, büyülü gerçeklikmiş her şey, bana yaşam yolculuğumda araç olan bedenim, kalbim ve zihnime, yolu gösteren ruhuma, rehberlerime, yoldaşlarıma şükürler olsun.


Bazen bir fetüsün oluşum aşamalarını izliyoruz gibi hissediyorum, her bir organ ayrı ayrı oluşmaya başlamış, kendiliğinden gelişen muhteşem bir süreç.


Voltran’ı oluşturmaya az kaldı

Hayallerin peşinden koşmaya gerek yokmuş, sakince işaretleri, yolu takip etmek yeterliymiş, azimle yürümek, sabırla yol almak, yol arkadaşlarınla eğlenmek, yolun güzelliklerine hayran hayran bakakalmakmış hayat. Yeni hayaller kurmaya, aktif bir umutla adımlar atmaya ve sonra yine hayalleri zamanın ellerine teslim etmeye devam. Hayalim, benim bir başka sevgilim; peşinden gideceğime gözlerinin içine bakar, sarılır, öper dururum, hatta ben de bi durayım da ona da bana sarılma izni vereyim, sonrası birlikte nefes alıp vermek… Güvenle, umutla, aşkla, akışla…


Ohhh!


Zamanda yolculuk da aşkla mümkünmüş!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.