Zamanı bükmek…

Ağaçkakan “tık tık tık” gagalıyor solumdaki bir ağacı, o da rızkı karıncaların peşinde, “tık tık”ları müzik oluyor bir an…


Tık tık ta tıtıtık…


Bazen kalp tekler ya, üzülse de sevinse de aynı tepkiyi verir, heyecanlanır, pırpır eder.


Zaman bazen nasıl da uzuyor!


Bazen kendimiz çekiştiririz de esnetip içine pek çok an sığdırırız…


Tıtıtı tık tıtı tıtı tık!

Tıtı tıtık tık!

Tata ti tam!

Tata ta tam!


Kaostan sonra gelen sakinlik, sakinlikten yükselen müzik…


Tata tam tink tam!

Tata tata tam!

Tata tata tata tam!


Bendirle çalayım bunları ayrı ayrı, çok eğlenceliymiş, haydi ağaçkakan, yarın yine gel!


Bazen de gökler ister zamanı bükmemizi, bize armağanlarını yollar ve o kadar ekonomik davranır ki… Yaşattığı olayı kaç kişiye birden pay eder, herkesin ihtiyacına göre derslerle, aymalar ve çözülmelerle dolu anlarıyla hayat, o anı yaşayan herkese ve her şeye birden şifa olur.


İşte böylesi çoklu armağanlı, şifa ve bereket yağmurları sıkça yağıyor bu aralar, vesile olan tüm canlara ve Yaradan’a sonsuzlarca şükür. Ektiğimiz tohumlar çiçeklendi, meyvelerinin tadına bakma zamanı şimdi ki tohumlar yeniden toprağa değsin; meyvesi bizde, tohumu toprakta büyüsün ve büyütmeye, beslemeye devam etsin.


Bir şifa çalışmasından diğerine yolculuklar yaptığımız bir on günün ardından, Bonustepe’ye giden yolu tepeden gördüğüm bir yerdeyim bu sabah. Kuşlar korosu başlamış, cırcırlar tam gaz, cıııır cıııır da cıııır cııır, kulak uyuşturan cırcırlama zamanlarındayız. Aynı anda titrettikleri kanatlarından ve gövdelerinden çıkıyor bu muazzam ses. Ağaçkakan susmuş, belki de paydos etmiş sıcak başlayınca, sıcakta her şey yavaşlıyor.


Sıcaaak sıcaaak!


Bıraaak bıraaak!


Hayatımda ilk kez tüm bedenimle dereye girdim geçen gün. Yeni keşif yeri, Bonusdere koyduk adını, müthiş bir güzellik, nefis bir deneyim!


Bırakınca akıyor, üzerine bereket yağıyor, sen kendini suyun kollarına bırak Ayşe, su çok güçlü, her yönden geliyor, aklımı durduruyor. An genişliyor yine, suyun durgunlaşmış yerlerinden üzerime sürdüğüm kil kurumuş, temizleme bahanesiyle kendimi suya, suyu kendime alıştırıyorum, cup diye atlayamıyorum. Hazirandan önce denize giremem mesela, su azıcık ısınsın isterim ama dere bu mübarek, suyu durmuyor ki yerinde. Ve sonunda küçük çığlıklar ata ata, suyun değmediği yerim kalmayana kadar ıslatıyorum kendimi, bolluk bereket her yandan akıyor, o sana akıyor, sen de kendini ona bırak Ayşe. “Allah-ü ekbeer!” diye dalıyorum suyun içine, buzzz gibi, ohhh, zaman duruyor, neredeyim ben, burası neresi?

Şimdi çok güçlü akan bir nehir var ve bu nehrin varacağı bir yer var, demiş Hopi atalarımız, bir bildikleri varmış!


Zamanı esnettiğimiz üç ayrı çalışma, kendini hizmete adamış canlar, şifaya aracılık eden güzel ruhlar, kavuşma anları.


Katıldığım ilk şifa seremonisinde Blackfoot kabilesinden Jack, ormanın kıyısında ellerimizle inşa ettiğimiz terleme çadırının yanı başında, koca ateşin etrafında, tütünden bir tutam ellerimizde, ellerimiz kalbimizin üzerinde, dua etmeden önce hatırlatmıştı, çadıra girenler kadar törene eşlik edenlerin de şifalandığını, hatta törenin yöreye de faydası olduğunu söylemişti, kendimdeki etkilerini gördüm, seremonilerin şifasını o zaman öğrenmeye başladım.


Çemberin, ateşin, niyetin ve müziğin gücüne, nasıl aşka dönüştüğüne ve bu aşkın şifa olduğuna şahit oluyorum hayli zamandır, şükürler olsun.

Sonra da çeşitli kaynaklar ve rehberlerim aracılığıyla, şifa törenlerinin bir kapıyı araladığı, niyetimle birlikte akan bir enerjiyle o kapıdan geçip önümde açılan yeni alanı keşfe çıkabileceğim, izleri takip edebileceğim, açılmış kapıyı nasıl açık tutmayı başarabileceğim ve şifanın benden başlayıp en yakınımdakilere doğru akmaya başlayacağı öğretiliyor. Tören sevdalısı oluşum bundan, şifalandıkça parlayan, mutlulukla gülümseyen yüzlere bağımlı oldum, olduysam.


flora tören yeri olmuş bile, müziğin, sesin, nefesin ve bedenin aynı anda şifalandığı bir yer, ateş başında şarkı söylediğimiz her gece kutlama!


Can’la, Tuncay’la, Çağım’la, Gökhan’la ve Fulya ile yolculuklara çıkıp uzayda geziyoruz, kendi iç uzayımızda dokunulmamış yerler titreşiyor, durgun sular havalanıyor, hareketleniyor, yedi ceddimizden yedi nesil sonramıza kadar şifa yayılıyor. Can’ın bestesine Tuncay söz yazmaya başlıyor, Birsen, ben ve Kerem’le birlikte sözler oluşuyor şarkıyı tekrar ede ede, “haydi kalk gidelim, bir bakalım ormanlara, haydi gel, gidelim, dans edelim ormanlarda, bu doğan güneş nereye, bu kayan yıldızlar nereye, gel, gidelim gönül şehrine.” La la la laa la la laaa la la la laaa la la la laaa… Vals ritmiyle söyleyelim de ağzımız alışsın bari, pek yakında dinlersiniz bizden, birlikte de söyleriz.


Sevgi, Duygu, Meryem, Ebru, Kübra, Dilara, Görkem, Özlem’e Ulaş ve Kerem de katılıyor, eğlencenin içinde yumak olmuş düğümler çözülüyor biz rahatladıkça, biz şarkılar söyledikçe melekler kol geziyor etrafta.


“Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” diyen Tuncay’ın, “Al, götür benden benliği” diyen Can’ın gönlünün ezgisi Yunus diliyle dökülüyor, içimde bu toprakların şifası geziniyor. Dostlar korosu büyüyor, dost müzisyenler meclisi toplanıyor usul usul, bir o kadar da hızlıca, noktalar birleşiyor.


Şifa olsun, herkesin aracılık ettiği şifa ayrı değerli, bir araya gelişlerimiz kutlu olsun.


Canlar meclisinde hep bir aradayız, gezindiğimiz alanlar birleşiyor.


Yeni hikâyenin yeni sözleri yazılıyor canlar, sizi de bekleriz.


Son sözleri yine Yunus Emre söylesin:


Girdim gönül şehrine daldım onun bahrine,

Aşk ile seyrederken iz buldum can içinde.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir ????????????❤️????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.