Acı büyük, yas ortak

5 Şubat gecesi, birçoğumuz gibi haftaya nasıl başlayacağımın planıyla yattım. Zihnimde dönen niyetlerimin bu biçimde hayata geçmemesi ihtimalini bin yıl düşünsem hayal edemezdim.


Ben uyurken acı yine kapıyı çalmadan gelmiş, evime davetsiz bir misafir gibi girmiş, salonumun baş köşesine çökmüş. Hoş; acı kime, ne zaman geleceğini haber vermiş ki?


6 Şubat Pazartesi sabahı ülkemdeki milyonlarca insan gibi, sıradan bir güne uyanacağım varsayımı ile yattığım yataktan dehşet ile kalktım. Deprem!! Deprem olmuş. Evet deprem ülkesiyiz, durmadan sallanıyoruz. İzmir’de yıkıcı depremi yaşayalı daha ne kadar oldu. Ülke olarak sıklıkla yıkıcı depremler yaşıyoruz. Bununla beraber, bu şiddette ve bu derece etki alanı yaratan bir deprem bilgisi canlanmadı zihnimde.


Zihnimi yoklamak yerine deprem bölgesindeki akrabalarımı arayayım dedim.


Böyle zamanlarda anlamsız sorular çıkabiliyor dilimden.


- Nasılsın? Uyanmış mıydın abi?

- Biz hiç uyumadık ki.

- Çok mu salladı?

- Sallanmak ne ki? Silkeledi, silkeledi, silkeledi, savrulduk.

- Sormaya korkuyorum, herkes sağ mı?

- Zor attık kendimizi dışarı, ölenimiz, göçükte kalanımız yok. Hep bir aradayız. Soğukta, ayazda, açıktayız. Şehrin kalanı bizim kadar şanslı değil. Biz iyiyiz.


Azıcık konuşsun diye sustum, sonra duramayıp sordum.


- Çok korktuğunuzu tahmin ediyorum.

- Çok korktuk dedi, çaresizliğin bu halinden, sallantı ve seslerden çok korktuk. Saniyeler sonra ölebilme ihtimaliyle geçmeyen 90 saniye beklemek çok zordu dedi, sustu.


Ben de sustum, sonra sessizce "Buradayım" dedim. "Halini duyuyorum, ne kadar korktuğunu ancak tahmin edebiliyorum, o da yetersiz kalır. Böyle durumlarda insan toprağından da ayrılmak istemiyor. Yine de buradayım, gelmek için bir burada bir eviniz var" dedim.


Muhtemelen ben huzurlu olayım diye tekrarladı:

-İyiyiz, birlikteyiz. Merak etme.


"İnsanın iyilik tanımı ne kadar çabuk değişiyor" diye düşünürken yakaladım kendimi.



Benim iyilik hali tanımım olarak düşündüğüm sıcak çayı, başkası demlediği filtre kahveyi, aldığı sıcak duşu, tost makinesinde ısıttığı ekmeği ya da pişirdiği glutensiz gevreği şükürle mi yiyecek-içecek şimdi?!? Şükürle yiyecek ve iyi mi olacak? Onlar açık havada, ayazdayız, su yok ekmek yok derken, kimileri göçük altındayken bir bardak çay geçecek mi boğazdan? Örtündüğüm o yorgan ısıtacak mı bedenimi?


Geçmiyor tabi ne çay ne ekmek insanın boğazından. Zihnim de bedenim de çaydan ekmekten geçti, iyilik tanımına takıldım. Hayatta kalmanın, nefes alıyor olmanın iyilik olmasını hazmedemiyorum.


İnsanız, hepimiz Yaradan'ın biricik evlatlarıyız. İhtiyaçlarımız evrensel ve barınmak kadar, beslenmek kadar, nefes almak kadar doğal bir ihtiyaç duygusal güvenlik, duyulmak, sevilmek, gözetilmek, kendini ifade edebilmek, destek görmek, destek vermek, dayanışmak. İçimdeki seslerin fiziksel olarak korunamazken duygusal olarak nasıl korunacağız diye yükseldiğini fark ettim ve düşüncelerime eşlik eden isyan duygusuna öfke, keder, acı eşlik etti.


İçimden yargıcı sesler yükseldiğinde, öfke isyan gibi konforsuz duygular arttığında, sistemimin kırmızı alam verdiğini yıllardır yaptığım çalışmalardan biliyorum. "Karşılanmayan ihtiyaçlarımın arttığı bilgisi bedenimde canlandı" diyorum kendime ve oradan yas sürecimin başladığını anlıyorum.


Acının varlığını idrak etmeye yarayan iki yol biliyorum. İlki bedenimle bağlantı kurmak, ki acı bedene hızlıca yerleşiyor; ikincisi düşüncelerime, ağzımdan çıkan kelimelere bakmak. Çünkü hiç sormadan, müsait misin, bana yerin var mı demeden aniden çıkıp gelen bu acı, keder ve yas dolu konforsuz duygular yumağıyla nasıl davranacağım konusunda her an uyanık olmayı beceremiyorum. Bu iki bilgi sayesinde, bedenimin acıdan kaskatı kesilmiş haliyle, zihnimden geçen yargılayıcı düşüncelerle farkındalığım artıyor. Bana birşey oluyor: YAS sürecine giriyorum. Böyle zamanlarda bir süre savrulmaya izin veririm, bedensel ve zihinsel sistemimin kendi yolunu seçmesini beklerim. İnsanım her an “iyi” olmak zorunda değilim, olamam da zaten bilirim...


Bir süre dediğime bakmayın, bir kaç dakika ve bir kaç saatten bahsetmiyorum. Çünkü bu akut bir acı, hem çok hızlı gelen hem çok taze bir açık yara ve bedenimin kapsayabileceğinden çok daha büyük bir açık yara gibi. Üstelik her gördüğüm görüntüyle yarama bir parmakla bastırılıyor ve acıyı düzenli ve sürekli olarak hissediyorum.


Beden, ruh ve zihnimin hizalanması için yaklaşık 72 saat geçti. Bu sürede, öfke ile sesimin yükseldiği, ağzımdan günlük hayatımda kullanmadığım küfürlerin çıktığı, bölgeye gidip destek vermek için bastırılamaz bir istek duyduğum, kendimi, yakın çevremi ve idari yönetimleri suçladığım anlar yaşadığım oldu. Dilime yerleşmiş bir ifade kalıbı buldum, “Yörenin halkı için bunca acı çok fazla.”


İçinde bulunup yaşamadığım ve birinci dereceden etki almadığım bir olaydan bu derece etkileniyor olmam, acının büyüklüğü ve yasın kollektifliği ile ilgili. Yaşadığımız ülkenin güneydoğusuna düşen bir ateş parçası, dalga dalga yayılarak şimdi bedenimde, zihnimde ve ruhumda derin bir yas alanı oluşturuyor.


Tüm bunları ben dili ile yazmaya özen göstermekle beraber, biliyorum ki bu deneyim sadece bana ait değil.


Yazıyı buraya kadar okuduysan, biraz yavaşlar mısın ve dikkatini dış dünyadan alıp kendi içindeki hayata odaklar mısın? Belki sadece 60 sn bedeninde gergin hissettiğin bölgelere, zihninden geçen düşüncelere ve kalbinin çevresine bakar mısın?


Belki dişlerini birbirine kenetlenmiş bulacaksın, belki yüz kaslarını gergin, belki omuzlarını kulaklarına yakın, belki göğüs kafesini sıkışık bulacaksın, karnın ve oturma kemikleri de dar ve katı olabilir. Acının bedene en hızlı yerleştiği bölgelerde gezerken dikkatin birden zihninden bir ses duyabilir. “Hayat ne b…tan. Öldü binlerce insan.” gibi. Sonra birden nefesinden ve bedeninden uzaklaştığını fark edebilirsin. Bunların hepsi yastan.


Ne zihninden geçen düşüncede, ne bedenindeki histe yanlış bir şey yok. Fark edip kendini çekiştirmeden bu sürecin şifalanması için kendine izin verebilmen mümkün mü? Bu acıyı bedeninde sıkıştırmadan ağırlaman, acıya gözünü kapatmadan bakabilmen mümkün mü?


Aynı zamanda, bu senin için tek başına çok zorlayıcı olabilir, böyle bir halin varsa; seni can kulağıyla dinleyecek birinin sesiyle yatışmak, belki bir sevdiğine sarılmak ya da evcil hayvanına dokunmak sana iyi gelebilir.


Ve belki şu an iyi olmak bir seçimin olmayabilir ve kendini yorganın altına bırakmak ve saatlerce uyumak istiyor olabilirsin. İçinde yoğun bir hareket duygusu fark edip dayanışma ruhu için katkı sunuyor olabilirsin.


Bunların hepsinin yaşadığımız ortak acı deneyimiyle uyumlu tepkiler olduğunu bilmeni isterim. Acı ve yas birdenbire dönüşecek hisler değil. Dalga dalga gelen ve dalga dalga geri çekilirken bedenimize, zihnimize ve ruhumuza izler bırakıp bizi dönüştüren bir deneyimi kolektif düzeyde yaşıyoruz.


Acının düştüğü yeri yaktığı sözünün ötesinde, bugün bu deneyimle beraber yanıyoruz. Ortak insanlık deneyiminin içinden dayanışma ile geçmek için bireysel iyilik halimizi nasıl gözetebiliriz ki, birbirimize bağlarla yaşadığımız canım ülkemin topraklarında adaleti, eşitliği, umudu, dayanışmayı, saygıyı, sevgiyi, kardeşliği ve kalkınmayı, ferah içinde bir hayatı yeniden ve birlik içinde inşa edebilelim?


Acının düştüğü ilk halkanın, dışına doğru olan yakın halkalar olarak destekçi olabilmem için kendi acımı idrak etmek, farkındalıkla kendimi desteklemek, acımı dönüştürürken diğerinin de insanlığını hatırlamak bana iyi geliyor. Acımın derinliklerinden sana da iyi gelsin diye bu yazıyı yazdım. Aynı zamanda acını duyurmak, paylaşmak istersen senin için de burdayım.


Sevgi, dostluk ve şefkatle...


Dayanışma, birlik ve umutla...


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.