12 yaşındaki nihilist
Hayatımın ilk aylarında, bebek aklımla, kendimi hala annemin bir parçası zannediyormuşum. Hatırladığımdan değil, didik didik etmeyi pek sevdiğim araştırmalar sonucu bu bilgiye sahibiz. Bilinç bir süre sonra ‘yok artık’ deyip, daha büyükçe bir şeyin parçası olma ihtiyacı hisseder hale geliyor. Bebeğin uzuuuun bir yol tepip geldiği yerin de zaten birlikten ibaret olduğuna dair bilgiler var. Bilimsel araştırmalarla değil, içsel araştırmalarla bildiğimiz türden şeyler bunlar.
Bir çocuk grubuna baktığımızda, onlara ‘çocuklar’ deriz. Bir grup çocuk. İki siyah bir beyaz, üçü şişman yedisi dişi demeyiz. Onlar sadece ‘çocuk’tur. Küçük kardeşim yolda anaokulundan bir arkadaşına rastladığında “Hey, Beren!” diye bağırır ona el sallardı. Beren de kardeşime el sallardı. Sonra dönüp giderlerdi. Daha da küçükken, gördüğü diğer çocuklara ‘kardeş’ diye hitap ederdi. Şimdi büyüyor ve kimlerin kardeş, kimlerin kuzen, kimlerin arkadaş, kimlerin dost, kimlerin düşman olacağına dair çeşitli fikirleri olabilir. Eskiden dünyayı ‘büyükler ve benim gibi küçükler’ diye ikiye ayıran çocuğun şimdi başka kategori kriterleri var. Çocuk bilinci, bir olmanın, bütün olmanın ne demek olduğunu doğal olarak biliyor oysa.
Kardeşimi ve diğer kardeşlerimi bilmem ama ben büyüdükçe, parçası olacağım şeyler arasında koşturup durduğumu biliyorum. Annemin parçasıyım zannederken keyfim epey yerindeydi demek ki, birinin daha parçası gibi hissedersem çok güzel olacak sanıyor olabilirim. Bu sebepten birkaç kez aşık olmuşluğum, birkaç arkadaş grubuna “sonsuza dek ayrılmayacağız!” demişliğim ve bazı yerlere de aşırı bağlanmışlığım var. Çünkü kabilemi arıyorum. İlahi, devasa, kusursuz bir bütünden ayrılıp dünyaya düştüğümden beri, tamamlanmanın peşindeyim.
Bunu fark ettiğimden beri hayatımda olacak ve olamayacak insanlara karşı da daha duyarlıyım.
Bir de ben 12 yaşındayken yalnız başıma gidip zaman geçirebildiğim tek yer olan Kadıköy Kütüphanesi’nde başıma gelen ilginç şeyler var. Oyun olsun diye kütüphaneye girişte adımı-soyadımı yazmam gereken deftere her defasında uydurduğum bir isim yazardım. Birkaç çocuk kitabını birden önüme alır, biraz ondan biraz bundan okuyarak zaman geçirirdim. Kimse bana dur demediği için, bir gün küçük, renkli ve sıkıcı bir oda olan ‘çocuk’ bölümünden çıkıp ‘büyük’ kitapların olduğu bölümde takılmaya karar verdim. Şimdi elimde kitap kalmasa dönüp yüzüne bakmayacağım türde kitaplar da dahil, pek çok kitaba dalıp gitmem için bolca zamanım vardı orada. Nihilizmin ne olduğunu öğrendiğimde “ben büyüyünce nihilist olucam” demişliğim var. Çünkü nihilizm - hiççilik çok havalıydı. İnsanın aşılması gerektiğini söyleyip duran Nietszche’ye de “ben büyüyünce insanı aşıcam” dememiş olmam sevindirici. 12 yaşındaki bir kız çocuğunun elinde Zerdüşt’ü görsem çeker alırım. Benim elimden kimse o kitabı almadı; ben de bir yandan Danielle Steel’in akla ziyan hafif romanlarını, bir yandan Dört Kafadarlar Serisi’ni, bir yandan Sofi’nin Dünyası’ndan öğrendiğim filozofların eserlerini okuyup duran bir ergen oldum.
Şimdi neredeyse 30 yaşındayım ve düşündüğüm gibi nihilist olmadım. Ama “ne anlamı var ki? Ölüp gideceğiz zaten” deyip duran tarafım da arada sırada gevezelik etmeyi seviyor.
Aranıp durduğum bütün hissine gelecek olursak, ‘ne anlamı var ki’ ile ‘bütün dünyayı çok seviyorum’ arası bir yerde duran kocaman soru işaretleriyle birlikte, bana güzel cevaplar sunmaya devam ediyor kendisi.
Yaşamak eğlenceli, çoğunlukla da yorucu. Dünyadaki kısıtlı ömrümde çok sevdiğim insanlarla birlikte her şeyi çok sevebilmek ve ömrün kendisini herkesin özgürce, içinden geldiği gibi yaşayabileceği bir deneyime dönüştürebilmek şimdi mühim olan.
Ama işte ben içimden böyle bunları sayıklarken, bir yandan da 12 yaşındaki halim kafasını uzatıp “n’oldu, bulamadın mı hala birşey?” deyip dururken, oh çok şükür hayatımda denge nedir tatmış iken; keşke kimse birbirini daha çok yormasa.
İyi olalım, sevelim, sevilelim, eğlenelim; bir olalım; vallahi başka derdim yok benim.
YORUMLAR