Erkeğe yapışıp kalmak
Bir erkekle aramızda bir şeyler başladı mı, gözünün içine bakıyoruz. Bir şey söylesin istiyoruz. “Çok güzelsin”, “Seni seviyorum” filan değil. Bunların ötesinde, geleceğe dair bir şeyler. Önümüzdeki ay, seneye bu zamanlar, beş yıl hatta on beş yıl sonra beraber olacağımızı ima eden bir şeyler söyleyecek mi diye ağzının içine düşüyoruz neredeyse.
“Seninle olmak istiyorum”, “Seninle yaşamak istiyorum”, “Bundan sonra hayatımı seninle geçirmek istiyorum.” Kazayla bunları duyarsak dünyanın en bahtiyar kadını biz oluyoruz.
Bu kadar hevesliyiz de bu lafları duymaya, biz hazır mıyız acaba? Hiç düşünüyor muyuz, biz bu adamla olmak istiyor muyuz? Onu ne kadar tanıyoruz? Kendimize onu tanımak için yeterince fırsat verdik mi? Ortak bir hayat kurmak için onun kararlı olması tek başına yetiyor mu yani? Biz her şeye dünden nasıl evet diyoruz?
Yediden yetmişe kadının, hadi on sekizden kırk beşe olsun, bir erkekle tanıştı mı yakınlaştı mı, onu hayatının odak noktası yapmasının açıklaması gelecek beklentisi değil de nedir?
O neleri sever? Hangi yemekleri? Nerelerde tatil yapmaktan hoşlanır? Ne deyince memnun olur, ne deyince rahatsız olur? Ne giyince bizi çok beğenir, hangi tarzdan hoşlanmaz? Yüzümüze sürdüğümüz boyaların tonlarını, saçımızın içine yedirdiğimiz renkleri acaba nasıl buluyor?
Bir kadın bir erkekle yolları kesişince niye her şeyi, eğitimini, işini gücünü bile bir kenara bırakır? Hayatta nerede durduğunu, ne istediğini, hangi noktadaysa oraya gelmek için hangi yollardan geçtiğini, neleri göze aldığını, nelere göğüs gerdiğini neden unutur? Neden hepsini bu erkek için neredeyse bir kalemde silecek hale gelir? İlişki içinde adeta buharlaşır, mum gibi erir, kaybolur?
Aslında o kadar da bayılmadığımız, çok sevmediğimiz, aşık olmadığımız, yani olmasa eksikliğini hissetmeyeceğimiz, olmasa da olur tadındaki erkekleri niye alıp başımızın tacı ediyoruz? O tacın tek bir taşı etmeyeceğini bilen erkeğin niye burnunu, poposunu kaldırıp koltuklarını kabartıyoruz? Bu hale getirdiğimiz adama neden kendimizi mahkum ediyoruz?
Niye bize nasıl davranırsa davransın, ne yaparsa yapsın onu bırakmayacağımızı düşündürüyoruz? Niye canı sıkılsa şöyle bir dolaşıp gelse, görgüsünü bilgisini başkalarıyla artırıp dönse bile oracıkta onu bekleyeceğimize inandırıyoruz onu?
Alttan ala ala kendimizi unuttuğumuz ilişki yolunda gitmiyor tabii ki. Zaten biz bu kadar beklenti içindeyken nasıl iyi gitsin ki? Kavga dövüş, bir küs bir barış ilişkiyi bitiren taraf niye biz olmuyoruz? Niye sepetlenmeyi bekliyoruz? Niye son anı, son golü onun atmasını?
Çok mu çirkiniz? Çirkin kadın var mı? Bize erkek mi yok? Biri bize dünyada erkek kalmadığını mı söyledi? Hangi peri eğilip kulağımıza beyaz atlı prensimizin o olduğunu fısıldadı? Ak sakallı dede rüyamıza girip senin kısmetin bu mu dedi?
Yirmi beşindeki bir genç kızın “bir daha birini bulamam” demesi normal mi? On sekizinde iyi eğitim gören bir genç kızın kendi geleceğini unutup onu fare gibi kapana kıstıran erkekle evlilik planları yapmasında anormallik yok mu?
Hayatta ne yapmak istediğini tam da bilmeyen, bizimle ilgilenen ama bizi aslında sevmeyen bir erkekle oradan oraya sürüklenmek kendi ayağına sıkmak değilse ne?
Kadınların buldukları erkeklere yapışmalarının tam açıklaması nedir? Mağara döneminden mi geliyor bu hal acaba? O çağda açlıktan ölmemek için vahşi doğada avlanan erkeğe muhtaç kadın, avını getirmesini bekliyor, çocuklara bakıyor.
Eğer genlere işlemiş bir durumsa bu, derhal bunları genlerden sildirmenin yoluna bakmalı. Çünkü artık mağarada yaşamıyoruz. Erkekler artık vahşi doğada avlanmıyor, hatta aralarında avlanmayı reddedenler var. Kadınlar da mağara işleriyle meşgul değil.
Dünya üzerinde onca seçeneğimiz varken, kendimizi kuru pasta paketi rafyasıyla bir erkeğe bağlamayalım.
Biraz dik duralım.
Onurlu olalım.
YORUMLAR