İlişkide sahip olmaya çalışmak

Aslında sahip aramayan, sahip olmaya çalışana denk gelmiyor. Güçsüz hisseden, korunmak, arka çıkılmak isteyenin ise sahiplik duygusu aşırı gelişmişlerle yolu mutlak surette kesişiyor.

Temel kural: neyi, kimi arıyorsak onu buluyoruz.

Fakat demek istediğim şu değil: Sahip olmaya çalışan biriyle berabersek hak ettiğimizdendir.

Demek istediğim şu: sahip olmaya çalışmak, hüsranla sonuçlanması kaçınılmaz bir debelenme.


Örnekleri var. Kimsenin hayatına değil, kendimizinkine bakalım. Kaçımız, geçmişte bir dönem giydiğimize, gezdiğimize karışan, “Sen düşünme bana bırak” diyen kimselerin bizi sevdiğine inanmadık? Çizip bizi içine hapsettiği sınırları, önümüze koyduğu engelleri sevgi sanmadık? Ve sonra kaçımız kemerle sıkılıyormuşuz gibi, bütün pencereler kapalıymış havasız kalmışız gibi, hareket etmek istiyormuşuz ama kıpırdayamıyormuşuz gibi hissetmeye başlamadık? Kaçımız bizi sahiplenerek bize hayatı dar edenden kaçma isteğiyle dolmadık? Ve kaçmadık?


İlişkinin başlarında hoşa giden bir hal. Neredeysen, kimlerleysen fotoğraf çekip gönderiyorsun. Koordinat bildiriyorsun. Tekmil veriyorsun. Boyu dizden uzaklaşan etekler, tenini saran bluzlar bir onun yanında giyiliyor. Telefonuna istediği an bakabiliyor. Onun istemediği kimselerle görüşülmüyor. Karşı cinsten arkadaş olmaz fikri, tartışmasız kabul ediliyor. Ne zaman ki “Nereye baktın?” “Kime baktın?” “Niye o kadar uzun baktın?” Çok mu beğendin?” sorguları başlıyor, su içmek gibi doğal bir ihtiyaç olan etrafa bakma hakkın da elinden alınmak isteniyor, o zaman her şey tersine dönmeye başlıyor. Giderek şiddetlenen kavgalar dayanılmaz hale geliyor ve ayrılık kaçınılmaz oluyor.


Sahip arayan, tasmasının ipini koparmasının ardından hemen değilse de, bir müddet sonra, sorunun aslında kendisinde olduğunu, bu kadar müdahaleye izin verenin kendisi olduğunu az ya da çok görüyor ve kabul ediyor. Ancak “sahip” kanadında pek değişen bir şey olmuyor.


Aşırı gelişmiş mülkiyet duygusunu insanlar üzerinde uygulayan, kendinde bir sorun olduğunu düşünmüyor. Ya da yanlışını sorun değil güç olarak görüyor. Bütün davranışlarını da güç gösterisi olarak tanımlayıp tatmin oluyor.


Gerçek şu ki, sahiplenmeye çalışmak, sahiplenenin kendi içinde yaşadığı sıkıntılardan kaynaklanıyor. Ötekini, bedelini ödeyip aldığı ya da yolda bulduğu mal gibi sahiplenmesi, ona duyduğu sevgiden kaynaklanmıyor. Çoğunlukla eksiklik, yetersizlik duygusunun doğurduğu kaybetme korkusundan, “hak etmiyorum” inancından ileri geliyor, yani kıskançlıktan. Bunların üçü kardeş. “Onu hak etmiyorum ve bunu anladığı an gidecek. O zaman erken davranıp onu yanımda tutacak önlemleri almalıyım.” Bencillik de sahiplenme duygusunu körüklüyor. “Hep bana, hep bana, yine bana.” “Hep benim istediğim gibi olacak, her şey, herkes.”


Fakat sahip olmaya çalışmanın ya da geçici sahipliğin bazı doğal sonuçları var. Kimse özgürlüğünün kısıtlanmasından hoşlanmıyor. Mal gibi kullanılmak istemiyor. Üzerinde sonsuz hak iddia edilmesini reddediyor. Sevilmekle bütün bunlar arasında bir fark olduğunu en azından seziyor. Artık “sahibini” sevmez oluyor. Ona duyduğu sevgi, güç gösterisi uzadıkça nefrete evriliyor. Kendini azat ediyor. Bunun adı da ayrılık oluyor.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.