Bu bir Daft Punk yazısı değil!

Delirmiş gibi her yerde anneannemi görüyorum. MOMA’ya gidiyorum tablolara bakan anneannem. Markete gidiyorum yeşil salataların arkalardan ıslatılmamışlarını bulmaya çalışan anneannem.


Gölün kenarında kuşlara gizli gizli yem atıp torununa göz kırpan da anneannem. Anneannemin evine benziyor diye Çin mahallesindeki bakkallarda loto oynayan yaşlıların yanında biraz durup, hiç anlamadığım bir dilde yenen gofretlere bakıp geri dönüyorum. Yok parklarda GO oynamıyorlar, onlar da loto vursun diye bekliyorlar.



Her gün parka gidiyorum. Evimizin dibi. Washington Square Park. Çok büyük sayılmaz. İki tur sonra herkes birbirine tanıdık. Falcı adam var. Bağırıyor. ‘Geleceği nerden bileyim ben, gel de sana bugünü anlatayım!’ Bugünü anlattığı için kimse yanaşmıyor ona. Gözlüklerinin üstünden palavracı adama bakan da anneannem, gülüyor.



Bahar gelmiyor bir türlü buraya; Hamit’in şutları gibi, gelip gelip, direklerde patlıyor. İki gün delirmiş gibi sıcak, üç gün aralıksız yağmur. Pis pis üşütüyor. Mesela bugün kazan dairesini açık unutmuş New York belediyesi. Hissedilen 30 derece.


Klimalar son gaz. Hepimiz hapşırıyoruz. ‘Evlat olsa sevilmez’ derler ya, buranın havası bir saçma. İşte oraya buraya koştururken hep anneannemi özlüyorum. Yaşasaydı keşke. Anneannem ölü benim. Çok oldu. Artık üzülmüyorum da içerliyorum. Neden diyorum? Kenan Evren bile yaşıyor, yazıklar olsun, darbe yemelere doyamasın, cennetin kapısında elinde Müjde Ar’ın nü tablosuyla beklesin de giremesin diye dua ediyorum. Aysel Gürel kapıya çıksın da terliğinin tekini fırlatsın kafasına istiyorum. Sonra çok saçma gelecek ama yeni albümleri çıktığı için değil, anneannemi çok özlediğim için aralıksız Daft Punk dinliyorum.

Özlediğim her şeyin özetini anneannemde çektim ben, sağlamasını da öyle alıyorum. Anneannemle beraber özlediğim her şeyin adı Daft Punk. Oh, bi iyi geldi ki.


Dinlerken içime içime gülüyorum. Kafamın üstünde dönüyorum üstüne basamadığım çimenlerde. Her parçada, sanki anneannemin onun evinden girer girmez ortada duran yuvarlak masasında dünden kalmış kurabiyeleri paşa çayına batırıp batırıp çıkarıyorum.


Anneannem gülüyor bana. ‘Çok yumuşadı bak şimdi çaya düşecekler’ diyor. Anneannemin büyük ödül olarak yaptığı yalancı limonatası bu albüm. Bir şeyleri çok özlüyorum. Ayıların kış uykusunu özlediği gibi: Michael Jackson’ı özlüyorum. Barış Manço’yu şimdiki çocuklar tanısaydı diyorum. O yine etliye sütlüye karışmasaydı, tek bir politik laf etmeseydi de olurdu. Kayahan Atatürk ve silah arkadaşları için, hızlanarak ve gerdanını kırarak (neyse ki o boynunu sıktıran ay-yıldızlı kolyesini artık çıkarttı) kendini alkışlattı da ne oldu?


Sonra arkadaşların olmadan bir yere gidemediğin zamanları özlüyorum, öyle sinsice instagrama fotoğraflarını basıp da, ‘Ha yaaa aniden geldik, tüh size haber verseydik keşke’li günleri hiç yaşamasaydık diyorum. İnsanları instagramdan, twitter’dan tanımadığımız, tanımadığımıza memnun mesut olduğumuz günleri özlüyorum. Tipitip’in ‘hehe’si dururken kenarda, ‘ahahahaa’lı günlerimizi sevmiyorum. Çokgzel, negzel’i bilmediğimiz, bir ü’nün canını sıkmadığımız günleri arıyorum. Kalp çizmek de artık yok, çizseydik ya yamuk yumuk, anlamaz mıydık birbirimizi ne kadar limitli de olsa sevebildiğimizi. Sene olmuş 2013, kalp küçüktür üç! Adile Naşit’le Hulusi Kentmen’i ne kadar sevdiğinizi bana küçüktür üçle anlatsanıza? Malumunuz olduğu üzere, biraz zor.


Sonra annemle babamın ‘müvekkilin parası’ diye çekmecelerde para biriktirdikleri günleri özlüyorum. ‘Paran yok mu, yoksa kredi kartıyla al’ diye dükkanlarda ağlayan çocuklara üzülüyorum. Yıllar evvel Kıbrıs’tan gelen üç cırtcırt bantlı Converse’lerimi özlüyorum. Patlayana kadar giymiştim. Şimdi kaç lastik pabucum var sayısını bilmiyorum.


Muzun sahalarda futbolculara gösterilmediği, bir muzu okula bile götürmeye utandığımız günlerin nereye kaybolduğunu merak ediyorum. Muz hala pahalı değil mi bir yerlerde, anlamıyorum. Annemin yeşil yarasa kollu kazağını giyip de kendimi dünyalar güzeli sanıp gittiğim okul çaylarını özlüyorum. Annemin o gün beni neden eve kilitlemediğini bilmiyorum. George Michael çalsın da slow dansa kalkalım diye beklerdik, dans denmez, ront, aramızdan trenler geçerdi, heyecanlanırdık ya, gülüyorum. Şimdi bir laykınıza bakıyor o ront, buna daha çok gülüyorum.


Nerden geldi aklıma bilmem. İlk erkek arkadaşımın annesi cimrilikten saçlarını evdeki kadına ütületirdi, ikisi kan ter içinde, içerden bakardım don-atlet saç ütülemelerine…


Şimdi olsa twitter’a yazardım, o günlerde ‘Ne güzel oldu saçlarınız’ diyordum, o saflığımı özlüyorum. Böyle ciddi ceketler vardır ya, açar bakarsın içi çiçekli, o ceketleri giymekten utanmayan insanları özlüyorum. Sıkıcı bir romanın ilk cümlesine döndük: ‘Ve kadın bir daha arkasına bakmayacaktı…’ mesela. Velhasılıkelam Daft Punk yüzünden başıma bütün bu gelenler. Özlediklerimin listesi bitmek bilmez teravih namazı. Sevmiyorum anneannesizliği.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Bu nasıl bır kalem elıfım senı
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.