Hakikatleri karıştırma komisyonu
C treni Manhattan’a doğru ilerliyor. Jay Street durağında binenler inenlere yol verecek, sonra onlar binecek ve devam edeceğiz. Yok. Öyle olmuyor. Duruyoruz. Ne bir anons, ne bir şey. Bekliyoruz. Bu şehirde yaşayanlar için beklemek günlük aktivitelerden biri, sabırsızlık emareleri dahi sabırlı.
1 dakika, 2 dakika, 3 dakika, 4 dakika, 5 dakika, 6 dakika. En ufak bir hareket yok. En ufak bir homurdanma dahi yok. Kimsenin bir bekleyeni yokmuş gibi, çıt çıkmıyor.
Birden bire vagonun içinde bir kadın çığlığı yükseliyor: ‘Senin derdin ne?’
Ani bir hastalık gibi bağırıyor, beyin kanaması, iç kanama gibi, ruhlarımızı bedenlerimizden ayıracak kadar yüksek sesle, herkes sesin geldiği yöne dönünce gerçeği görecek, yaşlı kadın camda gördüğü kendi aksine bağırıyor.
Sabahın sessizliğinde, yılın sonunda, çalışmadığımız yerden gelen bu soru herkesi ayrı ayrı vuruyor: Senin derdin ne?
Kimsenin onun durduğu yere, ona bakacak cesareti yok.
Bu şehrin kurallarından biri bu, canı yananla, kendi canını göz göre göre yakanla göz göze gelmeyeceksin. Halbuki o zaten bizi görecek halde değil.
Penceredeki aksine öyle merhameti kalmamış ki sesi çatallanana kadar bağırmaya devam ediyor: ‘Sana soruyorum, derdin ne? Bana bak bana, seninle hesaplaşacağız’ diyor kendi aksine.
Yılın sonuna denk geliyor sorusu, hesaplar kapanırken, herkes bir köşede çaktırmadan kendini özetlerken, insan kendisiyle hesabını nasıl kapatır? Nihayetinde insan dediğin de en fazla astrolojide burcunun karşısında yazan kötü huylarını itiraf edecek kadar dürüst. Epey yaşlı, bineceği tren sayısı, kendine bağıracağı günler sayılı sanki.
Keşke kendine bir kıyak geçse yarım bıraksa hesabı. Ama belli ki yarım kalmış bir işi bitirecek. Ancak iki tren arası sevecek kendisini. O güzel turunculu siyahlı beresi ve uzun paltosuyla kendi aksine hep bağırıp çağıracak.
Bense bunların hiçbirini cesaret edip gidip ona söylemeyeceğim. Kendime sakladığım onlarca insan hikayesinden biri olarak duracak bir kenarda. Gideceğim yere geldim. İniyorum. Bana ait olmayan bir soruya dair bulduğum tek bir yanıt var. Kimse kendi aksine ‘seninle hesaplaşacağız’ diye bağıracak kadar delirmesin. Hesabı hep kendimize kesiyorsak bir gün birisi gelsin ve ‘Sizin hesap ödendi efendim’ desin. Bu hayat da bizi bir noktada ihya etsin. Rica edeceğim. İyi seneler.
YORUMLAR