Yana yana buraları dolaşıyorum

Dünyanın her yerinde bu böyle. Büyük güç gösterileri, tuhafiyeden alınan üç beş metrelik kırmızı kurdeleyle başlar. Metresine belki bir belki iki lira verdiğin bir bez parçasının arkasında milyon dolarlık fabrikalar, tesisler durur. Hadi yanına da bir bilemedin iki makas koydun. Kaç liradır bir makas? 10 liralık maliyet, bir de çakma gümüş tepsi, alkışlar, yağlı yağlı konuşmalar.


Burada geçen hafta aynısı yaşandı. 11 Eylül’de uçakların çakıldığı Dünya Ticaret Merkezi’nin olduğu bölgede yetkililer hazır, basın hazırdı. Saldırıların üzerinden geçen 13 yılın ardından, 541 metrelik bir bina dikilmiş, ‘Dünya görsün, kim yıktıysa o da baksın, kim yıkarsa yıksın biz daha büyüğünü yaparız’ demek için, One World Trade Center’ı açıyorlardı.


Açılışın üzerinden bir hafta geçti geçmedi, altında dünyanın bütün yatırları varmış ve tövbe estafurullah lanetli gibi, yine kameralar canlı yayın için binanın dibindeydi. İki cam silicisi, 104 katlı binanın 68. katında neredeyse baş aşağı duruyor ve kurtarılmayı bekliyordu.


Kimbilir belki de 45. katta bir tanesi diğerine gece boyunca kaynanasının fıtığını dinlediğini anlatırken öbürü bir Portekiz türküsü söylüyor, diğeri çocuklara nereden ucuz mont alacaklarını bulduğunu söylüyordu. Juan Lopez ve Juan Lizama, az sonra başlarına geleceklerden habersiz cam siliyordu. Halatlardan biri tutukluk yapmış, sağ halat yukarı çekerken sol halat hareket etmiyordu. Üzerinde durdukları platform yan yatarken akşam bir bira içip maçı seyreder miyiz planları dondu, hayat dondu. Belki de aşağı düşeceklerdi.


Hikayenin sonunu baştan diyeyim: Kurtarıldılar. Ve yetkililerle kameraların karşısına geçtiler. Cam siliciler en güler yüzlü halleriyle anlatıyordu: ‘Öleceğimizi düşünmedik, itfaiyecileri görünce kurtulduğumuzu anladık, cam silmeyi çok seviyoruz, işimizi yapmaya devam edeceğiz’ O akşam iki işçi kendilerini kurtaran iftaiyecilere sarıldı ve herkes evine döndü.


‘Adamlara yazık, kahpe düzen, kimbilir nasıl korkuttular ki bu açıklamayı yaptılar’ diyebiliriz. ‘Böyle Amerikan soslu PR çalışmalarına karnımız tok’ diyebiliriz.

Deriz, çünkü biz artık duyduklarımıza inanmamakla mükellef insanlarız. Mutlu sonla biten hikayeleri unutalı, birbirimize inanmayı bırakalı çok oldu, ilkokul kitaplarında gördüğümüz ve çocukken inandığımız bazı üniformalara güvenmiyoruz. O üniformaların bir ağırlığı kaldı mı, şimdi sorsan bacak kadar çocuklara, ‘Büyüyünce futbolcu olcam’ diyor, asker olcam, polis olcam suçluları yakalıycam diyen yok. Kademe kademe baksanıza, ne hakime, ne savcıya, ne polise, ne askere, ne itfaiyeciye, ne muslukçuya, ne eve gelen sucuya, ne İETT şoförüne hiçbirine güvenmiyoruz.


Ve bu şimdi olmadı. Bu huzursuz kalp sendromu yıllar önce başladı. Hatırlatmak istemezdim ama, bu da bizim itfaiyeci hikayemiz.

1997 yılında Tuzla’da tersanede TPAO tankeri, 300 küsür metre boyunda 165 bin ton ağırlığıyla bakımdaydı. Bakım sırasında depolarda birikmiş gaz alev alınca büyük bir patlama olmuş, ortalık cehenneme dönmüştü. İtfaiyeciler, kimbilir belki onlar da yarım saat evvel voleybol oynayıp mesai sonunu bekliyordu, kendilerini ateşin içinde buldu.


Tankerdeki patlama başka gemilere de sıçramış, yangın canlı yayında çıldırarak büyüyordu. İtfaiyecilerin bazıları alev almış, alev topu gibi oradan oraya koşuyor, çığlıklar atıyordu. Koruyucu olması gereken giysiler naylondu, alevlerin etkisiyle eriyerek üzerlerine yapışmış ve vücutlarındaki hasarı artırmıştı. 19 itfaiyeci feci şekilde yaralanırken, İbrahim Koray ve Celil Dağ adlı iki itfaiyeci hayatını kaybetti.


Bakın o gece ve sonrasında neler oldu?


İtfaiyeciler elleri ve yüzleri yanmış bir halde kameraların önünden geçerken, dönemin İstanbul İtfaiye Müdürü Muhittin Soğukoğlu olay yerine yangına karşı dayanıklı kıyafetlerle geldi. Kendisine sorulduğunda, ‘’Bu giysiyi bana bir müdür muavinim hediye etti. Onda iki tane varmış. Bazı müdür muavini, muavin yardımcısı arkadaşlarda bu kıyafetlerden var. Arkadaşlarımız bu elbiseleri kendi paralarıyla alıyorlar’’ diyecek, iki itfaiye erinin ölümünü "Artık piyango kime çıkarsa. Ölüm kaderin tecellisidir" diye değerlendirecekti.


Muhittin Soğukoğlu’nu göreve atayan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Soğukoğlu Levent’te Levazım sitesi’nde iki genç hostes kızın evinde çıkan yangının ardından da, ‘Efendim evde şarap şişeleri bulundu, bunlar içki içmişler" filan diyecek, Erdoğan kendisini görevden almasının söz konusu olmadığını anlatacak, itfaiye kadroları değiştirilecek, kadroya alınacak itfaiyecilere sınavlarda ‘Cuma namazı kaç kişiyle kılınır?’ gibi sorular sorulacaktı.


İtfaiyeciler öldü. Aradan 17 sene geçti. Soru baki kaldı: Mesele Cuma namazı değil de sonu gelmeyen cenaze namazları sen hala anlamadın mı?







YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.