Küsmeyin...
Orta 1’deydim. Zor bir liseydi bizimki. Dersler ağırdı, koridorlarda rahibeler dolaşırdı.
Bazısı aydınlık yüzüyle bakar, "Guten morgen" der, yanından geçer, bazısı ise önce şöyle bir formanı süzer, neyin eksik neyin tamam diye kontrol eder, çorabın düşük, saçın salkım saçaksa sertçe uyarırdı.
Korkardık, çekinirdik. Okulun taş merdivenlerinde koşuştururken, birden piyon gibi sıraya dizilip veziri bekliyorsak, yaklaşan rahibenin beline astığı anahtarların şangırtısını duyduğumuz içindi.
Sonra, hatırlamıyorum neden, 30 kişilik sınıfımızda, 1B’de, bir tek ben, bir başıma, tarihten ikmale kaldım. Haylazlıktan mıydı ya da sevmiyor muydu beni acaba? Bilmem. Hocanın ismini bile hatırlayamadığıma göre, ben de onu sindirmemişim içime.
Bütün bir yazı aylaklıkla geçirdim. Nasılsa tek dersti.
Yazlığın balkonunda otururken, yalandan kitabı elime alıyor, altını çiziyormuş gibi yapıyordum. Dandanakan Savaşı’na, Selçuklular’a, Gazneliler’e öfkeli öfkeli yazlığın marketinde paket paket çekirdek yiyordum.
"Başkentimiz de bir zamanlar Bursa’ymış" diye atıp tutuyordum.
İkmale bir hafta kala, babam "N’aber paron, ne durumdasın?" dedi.
"Tabii tabii çok iyi durumdayım, az kaldı" dedim.
"Gel bakalım" dedi.
Kitabı eline aldı, sorduğu sorulara boş boş bakıp bir şeyler geveliyordum.
Sonunda dayanamayıp, "1071’de olanlardan bize ne?" dedim ve kitabı kafama yedim. Babam çok kızmıştı.
Bizim evde "laubalilik" yasaktı. "Bunların öğreteceği tarihten ne cacık olur bilmem ama sen böyle laubali davranamazsın" diye bağırıyordu.
Ve bana küstü. Günlerce.
O günlerde hep tarih hocasını öldürmek istedim.
Beni ikmale bıraktığı için değil, babamı bana küstürdüğü için.
Çünkü anne küsmesine benzemez babaların küsmesi.
Anneler nasılsa dokuz ay karnında taşıma sertifikasını seninle paylaştığı için, o dokuz aya ve hatta küsuratı 10 güne sığınır, anneni barıştırırsın bir şekilde. "Anne ya!" dersin, "Ya denmez anneye" der, iki masayı toplarsın, üç bulaşıklara yardım edersin, barışırsın.
Ama baba küsmesi karanlıktır.
"Maddeler halinde babanızın küsmesi size ne yaptı?" diye sorsalar, "Galiba yapraklarım döküldü, galiba gözümün feri söndü, keşke barışsa ama zor" yazarsın.
Ağlayarak okudum hakim olacakken, olamayan ve intihar eden Didem Yaylalı’nın ev arkadaşı Evrim Ortakçı’nın röportajını.
Tek bir soru, tek bir yanıt.
"Annesine-babasına nasıl açıkladı bu durumu?
Açıklayamadı. Onlar da şok oldu. Önce ne tepki vereceklerini bilemediler. Babası küstü."
Babası küsmüş Didem’e.
Gerçi bir hafta sonra barışmış ama. Olmaz işte.
Demiyorum ki, "Babası küstü diye intihar etti," ama…
Ama’dan sonra söyleyeceklerim ama’dan önce söyleyeceklerimi silmesin diye, baştan kuracağım cümlelerimi.
Babası küsen çocuklar zor toparlar.
Bazı babalar ancak susunca konuştuğuna inanır.
Babanın sustuğu her kelime çocuğun içinde gürültüye döner.
Babası konuşmayan çocuklar sağır dilsiz olur.
Babası bir adım atsa ona koşacak çocuklar, çok beklerse geri viteste kalır, gider kendi boşluğuna düşer.
Teselli olsun diye annesi sarılsa da küsülen çocuklar annelerinin omzunun üstünden babasına bakar, hani bir göz teması yok eder ya mesafeyi.
Diyeceğim o’dur ki;
Kendi alnını çocuğunun başına yaslamayan babalar olmayın. Yaslayın.
O yetiştirdiğiniz evladın aklından neler geçiyor bir de ondan dinleyin.
Boyunuz çok mu uzun?
Kırın dizlerinizi inin onun hizasına. Bir de onun boyundan bakın etrafa.
Sevgilisi, öğretmeni, amiri her kim ki ona "git" dediyse, siz başınızdan defetmeyin.
Çocukların gideceği hiçbir yer, sığınacakları tek bir liman yok sizden başka.
Yeter ki siz ilk ya da son göz ağrınızı terketmeyin.
Çünkü; biz kaç yaşına gelirsek gelelim (ölmüş bile olsalar) en çok babalarımızı dinleriz.
Bugün dinlemiyor gözükür, yarın "Babamız haklıymış" deriz. Sabrederseniz, duyarsınız.
Bizim notumuzu kırın, ama kanaat kullanın. Nitekim biz de babalarımızı hep kanaat notuyla tutarız kalbimizde.
Bakın fişekler, plastik mermiler uçuyor havada.
Polis kimin çocuğu, kimin ilk göz ağrısı, kimin kalp sızısı bilmeden isabet alıyor çocuklarınızı.
Bari siz çocuğunuza isabet almayın.
Ricam şudur ki:
Bir saat, bir gün, bir dakika, bir hafta. Farketmez. Küsmeyin çocuklarınıza.
YORUMLAR