Tatilde olunca…
Şu an Datça’nın püfür püfür rüzgârı, dolunayın ışığından yansımalar ile size yazıyorum.
Datça Yarımadası ile 20 yaşımda iken tanıştım. Hemen sevdik birbirimizi, çok kaynaştık. Birkaç sene görüşmeye devam ettik. Sonra yoğun iş hayatı sebebi ile aramız açıldı. Çok şükür son beş senedir tekrar görüşmeye başladık.
Dostluğumuz kaldığı yerden devam ediyor, çok mutluyum bu yüzden. Sevgili kızım Derin ise 8 aylıkken tanıştı buranın güzellikleri ile. Her sene görüşüyorlar. Her yaşının bir anısı var buralarda.
Sanırım O’ da seviyor Datça’yı. Umarım onun birlikteliği benim ki gibi kesintiye uğramaz.
Yaklaşık üç haftadır eşim, ben ve kızım buralardayız. Annemlerin evi var şehir içinde. Onlar buralara düşmeden biz geliriz, sonra devir teslim yaparız. Üçümüz havanın, denizin güzelliğini paylaşıyoruz hep birlikte. Çok önceden planlamıştık bu tatilimizi, nereden bilebilirdik ki Gezi Parkı direnişe denk geleceğini…
Uzakta olduğumu, bir yanımın buruk olduğunu geçen hafta anlatmıştım sizlere.
Çocuklar için tatil çok farklı anlamlar içeriyor olsa gerek. Dönüp çocukluğuma baktığım zaman tatil benim için ailecek birlikte vakit geçirmek, denize girmek, kumla oynamak, biraz daha serbest, özgür yaşamaktır.
Sanırım kızım da aynı şekilde anımsayacak, büyüdüğünde geriye dönüp baktığı zaman. Zaten ebeveynler olarak çocuklarımızın hayatları için hep güzel şeyler isteyip, güzel şeyler vermeye çalışmıyor muyuz?
Bizim küçük hanım tam tatil havasında… Sanırım İstanbul’a eve dönünce, evde bir direniş başlatması büyük olasılık. (#direnderin) Neden mi dersiniz?
Kızım katı gıdaya geçtiği günden beri kendisine organik sebze, meyve yedirmeye çalıştım. Katkı maddeli yiyeceklerden hep uzak tuttum.
Ben elimden geleni yapayım da ileride okula başlayınca zaten bazı şeylere engel olamayacağım bilinci ile hareket ettim. Bisküvinin bile organik olanını tercih ettim. Abur cubur yerine, kuru yemiş, kuru meyve verdim eline. Çikolata ile iki yaş civarında tanıştı, aslında daha da geç tanışmış olmasını isterdim ama başaramadım.
Fakat tatil nedeni ile sanırım ben de vidalarımı biraz gevşetme ihtiyacı hissettim. Ama tabi ki hala sınırım belli.
Buralarda oksijen bol, zaten demezler mi açık hava bol gıda. Kızım sürekli acıkıyor, sürekli bir şeyler yemek istiyor. Abur cubur sınırını aşmış, öğün mantığını tamamen yitirmiş durumdayız. Hal böyle olunca talebi sürekli karşılamak için kendimce menü belirledim.
Derin maalesef pek meyve sevmiyor ve hatta yemiyor bile. Yemediği için de ara öğün seçeneği bulmak çok zor oluyor. Ama kuru yemiş, kuru meyve de bu talebi burada karşılayamadı. Bu arada ana öğünlerde hiç aksama ve iştah bozukluğu yok çok şükür.
Talepler şu şekilde gerçekleşiyor; “Annecim, ben değişik bir şey yemek istiyorum.”
Bizim şu ana kadar tatil bilançomuz şöyle: (henüz bir hafta daha var dönüşe) Bir paket ballı mısır gevreği, bir paket çikolatalı mısır gevreği, bol miktarda leblebi, kuru dut, fıstık; her gün iki sefer minik dozda çikolata, bir paket yulaf, 200 gr. kadar taze badem, bir kutu ballı badem, dondurma, bisküvi.
Dediğim kadar var değil mi, bizim kız fena abarttı. Gün içinde her değişik bir şey yemek istediğinde belli dozajda yukarıdaki ürünlerden sunuyorum kendisine.
Dondurmayı da deniz sonrası eve döndüğünde istiyor, rutin keyif yaptı kendisine yani. Özetle ben ben değilim, ama geçici tabi ki. Bu arada çok şükür ana öğün, hal/tavır, uyku düzeninde sorun yok; dolayısı ile anne babanın da kafası rahat. (Bu sayede iki kitap bitirdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. İki buçuk sene sonra ilk defa tatilde kitap bitirebildim.)
Şimdi siz olsanız, böyle bir tatil sonrasında aynı koşullarda yaşayabilmek için direniş başlatmaz mıydınız?
YORUMLAR