Limuzin
Şirince’de “ Ruhun Yeniden İnşası” eğitimindeyiz. Sabahları bol güneş, akşamları ise, bardaktan boşalırcasına yağan bir yağmur var. Bu farklılıklara rağmen, inanılmaz bir keyifle eğitim devam ediyor.
Hoş, her birimiz birbirimizden farklıyız, güneş, yağmur, hava, su, toprak gibi. Farklı, ama yaşamı tamamlayan parçalar. Biri olmazsa, diğerinin faydasının olmayacağı gibi… Birinin fazla olması halinde, yaşam döngüsünün dengesinin sarsılacağı gibi…
Yaşamın, yaşamların devam edebilmesi için denge ne kadar önemli.
Eğitimin ikinci günü dışarıdan bize bir misafir katıldı. Daha doğrusu biz misafir sandık.
Değilmiş. Canı sıkıldığında bir kaç gün ortadan kaybolup, sonra dönermiş. Kendinden gayet emin, hayatın tadını çıkaran bir duruşu var.
Pek yerinden kıpırdamıyor. Belli ki, bu hayatı keşfetmek için yaptığı yolculuklar sonrası ona en iyi gelen şey, dinlenmek.
Ama sizi uzaktan görmesin, hemen, o tatlı siyah kuyruğunu sallıyor ve çapkın çapkın bakarak, onu sevmeniz için sizi çağırıyor. Bu tatlı köpeğin adı “Limuzin.”
Neden o ismi koyduklarını soruyorum.
Cinsi ne, bilmiyorum ama uzun bir bedeni, kısacık bacakları var. Yani limuzine benziyor. Adı yakışmış.
Limuzin, çok keyifli bir köpek. Üzerine düşen görevleri de yapıyor. Yaşıyor, seviyor, seviliyor. Kim bilir, belki o birkaç günlük kaçamaklarını, uzaktaki bir aşkı için yapıyor olabilir. Hımmm, gizemli bir aşk!
Limuzin, kısa sürede hem bizim, hem de çocukların sevgisini kazanıyor.
Bu arada bir farkındalık yaşıyorum. Biliyorum, “Işık da her şeyden bir şey çıkarıyor” diyeceksiniz. Ama ne yapayım, hayatı hissetmeyi, gözlemlemeyi, içselleştirmeyi seviyorum.
Belki de hepimizin, birbirimizin hayrına yaratıldığını aklımdan çıkarmadığım için, her şeye “Acaba sevgili ne demek istiyor?” diye bakmadan edemiyorum.
Rüyalar, hayatın içindeki yansımalar, eş zamanlılıklar, sonuçta hepsi, yaratanın bizimle konuşmak için kullandığı dil. Sembolik belki, ama akıl boşuna verilmedi. Her şeyin bire bir anlamını bilsek, önceden söylense, heyecan ve merak kalmaz ki!
Yaşama gücü de kalmaz.
O merak, o arayış, keşfetme heyecanı, sınırları geçme cesareti, özgürlüğü yaşama duygusu, bizi, O’na götürüyor. Kendimizi tanıma yolculuğuna çıkarıyor.
Tüm zıtlıklar, aslında birbirini muazzam bir şekilde tamamlıyor.
Esaret özgürlüğü, çirkinlik güzelliği doğuruyor.
Bazen “Yaratanın sesini duyuyorum, onu görüyorum” diyorum. Kızanlar, sitem edenler, en büyük günahı işlediğimi söyleyenler.
Bir de böyle “Günah bekçileri” var, değil mi?
Oysa söylediğim cümlenin altındaki manayı bir kavrasak.
Çocuklarıma, dostlarıma, ağaçlara, kuşlara, denize ve yaratılmış olan her şeye baktığımda, “Yaratanın suretini görmüyorum, sesini duymuyorum” nasıl derim ki!
İşte, yaratanın sesini duyduğum bir deneyimdi Şirince ‘de yaşadığım. Kaldığımız pansiyonun bahçesinde bir köpek daha vardı.
Adı Batu. Batu, çok iri, büyük bir köpek. Çok nadir serbest bırakılıyor. Üzülüyorsunuz, ancak yapacak bir şey yok. Çünkü gücünün farkında ve bu gücü yanlış kullanabiliyor.
Zarar vermemesi için bağlı tutuluyor. Sabahları kahvaltıya giderken, çok yaklaşmamak kaydıyla, sohbet ettim onunla. ”Nasılsın, nasıl gidiyor, tatlı şey?”
Gerçekten çok tatlıydı. Hele o iki pati üst üste atılıp, baş da ayaklara yaslanmıyor mu, içinizden yanına gidip, zincirlerini koparmak istiyorsunuz. Ama bu mümkün değil tabii ki!
Bir ikindi sonrası hamakta uzanmış, doğanın seslerini dinlemeye bırakmışken kendimi, aklıma Limuzin ve Batu geldi. Limuzin özgürce dolaşıyorken, Batu zincirlere esir, tahta barakasında zamanını geçiriyordu.
Güce odaklı, ya da sahip oldukları ile mutlu olduğunu sanıp, sıkı sıkıya onlara tutunan insanlar geldi aklıma. Güç, eğer doğru kullanılmıyor, ya da yanlış algılanıyorsa, bizi, esarete götürebiliyordu.
Kaybetmemek için sıkı sıkıya sahiplendiğimiz şeyler, bir bakıyorsunuz, aslında sizin efendiniz olmuş.
Zincirler, sizin ilerlemenizin, büyümenizin, öğrenmenizin, içselleştirmenizin önüne geçmiş.
Hayatta sadece seyirci olmuşsunuz!
Kendisiyle değil, yaptıkları ile ya da geldiği yer ile övünen.
Batu gibi.
Gerçekten böyle insanlar var. Hayatla, her şeyle kavga halinde olan. Sanıyoruz ki, zincirler dışarıdan boynumuza geçirilmiş.
Oysa o zincirleri boynumuza geçiren bizden başkası değil. Hırslarımız, korkularımız arttıkça, zincir kalınlaşıyor. Kaybetme korkumuz arttıkça, öfkemiz artıyor, güvenimiz azalıyor. Çünkü güveni de kaybediyoruz güce odaklı olduğumuzda.
Batu, güçlü köpek, ama güç, onu esir almış.
Limuzin, bence, gerçekten güçlü olan O. Çünkü özgür.
Eğer özgürlüğe sahip değilsek, gerçek bir güce de sahip değilizdir.
Eğer özgürsek, kendimizi ifade edebiliriz.
Eğer özgürsek, sevgiyle “hayır” diyebiliriz.
Eğer özgürsek, bırakabiliriz.
Eğer özgürsek, yeteneklerimizi kullanabiliriz.
Eğer özgürsek, bir başkası için sevinebiliriz.
Eğer özgürsek, düşler kurabilir, rüyalar görebiliriz.
Eğer özgürsek, hayata, aşka, sekse “evet” diyebiliriz.
Eğer özgürsek, kaderimizi yaratabiliriz.
Eğer özgürsek, şifa bulabiliriz.
Eğer özgürsek…
Limuzin geliyor yanıma. Kuyruğunu yine sallıyor. Belli ki sevilme zamanı gelmiş.
Gülümsüyorum. Özgür insanın en büyük avantajlarından biri de, sevmeyi ve sevilmeyi biliyor olması.
Hem de koşulsuzca.
Aşk’la…
YORUMLAR